5 Şubat 2010 Cuma

Mutlulukk :)



Ne tuhaftır! Bildiğin bir şeyi anlatamamak..
Mutluluk mesela; kime sorsan bi duraklar, düşünür "hayır" der, "mutlu değilim" der, şikayet eder hep şikayet edecek birşeyler arar mutluluk adına.
Hep söylüyorum.. Her zaman düşüncelerimiz hayatımıza hükmediyor. Negatif düşünceler negatifleri, Pozitif düşünceler ise pozitiflikleri çekiyor hayatımızın orta yerine, hızla.
İnsan oğlunun doğası işte; küçük şeylerle yetinmeyi bilmezken küçük olumsuzlukları birden bire hayatımızın fırtınası görür dururuz hep.
Yani bu hayatta gercekten mutlu olan insan yokmu? Ona mı inanıyoruz. Herkes mi mutsuz?
Ayrıca anlatılanlar gibi masal kitaplarındaki mutluluklar sadece MASAL. Bence biz mutlulugun tarifini degistirelim, ve bizim yüzümüze, gözümüze ve içimize gülümseme getirecek bir mutluluk tarifi yaratalım. Ve ordan başlayalım.

Kaygısızca, düşünmeden, istemeden dudaklarının geriye doğru çekilip yanaklarının hafifçe yükselmesiyle oluşan tebessüm, paylaştıkça çoğalan sevgidir mutluluk...
kendimizi sevmek, seni seviyorum demek, içten bir gülüş yumuşacık bir dokunuş.. en önemlisi yüzümüzün yüregimizle birleşerek gülümsediği an'dır "MUTLULUK" ...
 Tanımı bu kadar kolay olmasına rağmen “olması” neden bu kadar zor diye düşünmeden edemiyor insan doğal olarak.

Zaman gelir bağıra çağıra şarkılar söylemek gelir içinden, zaman gelir ağlamaya bahane ararsın, en küçük birşeyde gözlerin ıslanır, dudakların titrer. Bu farklı bir şeydir, tarifi gerçekten zor. Bir derdin, sıkıntın yokken bile olabilir. Böyle zamanlarda olacak elbette hani olur ya bazen herşey anlamsızlaşır, boğulur gibi hisseder insan kendini. Masalar sandalyeler üzerine gelir, seni anlamayan, boş konuşan boş bakan insanlarla sonuçsuz cümleler paylaşmak zorunda kalırsın, ayrılamazsın o ortamdan ne kadar istesen de. Hayatın gerekliliğidir bu, kurmuş olduğun düzenin getirdikleridir. Konuşur, konuşursun aklın yüreğin başka yerlerde, başka zamanlarda, başka mekanlarda olmak istersin hep. Bu umutsuz bir çabadır bilirsin ama istersin de bir taraftan, gözlerine bakarsın çevrendekilerin, farklı bir ışık, farklı bir açı yakalamaya çalışırsın, yoktur tekrar tekrar baksan da. Sokaklar kalabalıktır ama ıssız olsa keşke dersin, gökyüzü berraktır ama hafif yağmur istersin, sevgilin aramıştır aslında ama “niye daha önce aramadı ki” dersin. Beyaz lale almıştır sana o çok sevdiklerinden ama sen papatya koklamak istediğini düşünürsün. Radyoda eskilerden hafif bir müzik vardır, Sezen’den bir parça olsa da dinleseydim dersin. Arkadaşın kek yapmıştır en sevdiğinden, bir parça çikolata olsa da yesem dersin. 
Olur bazen değil mi herkese bunlar?
Olur tabi ki de, yine de hayatın güzel olmasına bizim mutlu olmamamıza engel teşkil etmemeli, herşey bizim elimizde çünkü... Mutlu olacak bir şeyler bulabilmeliyiz yine de. Hayat bir armağan bize ve bunun kıymetini bilmeliyiz, iyi değerlendirmeliyiz, geçmişteki hatalarımızla değil, hatalarımızdan ders alıp şu ana bakarak yaşamalıyız. Keşkelere yer olmamalı bizim hayatımızda, “şimdiki aklım olsaydı“ diye başlamamalı hiçbir cümlemiz, eleştirmemeliyiz sürekli birilerini, değiştirmeye çalışmamalıyız, illa da bir şeyleri değiştireceksek bu kendimiz olmalı. olduğu gibi sevmeliyiz herkesi, herşeyi, karşılık beklemeden..

Bu gün çok keyifli bir seminere katıldım, uzun zaman sonra birilerini dinlemek ilk kez bu denli güzel geldi. Gece 4 de hala uyuyamamış olmama rağmen sabah 6.30 da çok rahat bir şekilde fırladım yataktan. Hemen hazırlandım ve düştüm Bostancı yollarına. Neyse bir şekilde vardım Bostancıya günüm anlam veremediğim bir şekilde güzel başladı, o kadar uykusuzluğa rağmen. Yüzümde engel olamadığım bir gülümseme, tanıdık tanımadık herkese gülümseyen bir ben vardı bu gün:) ama çok sevdim bu beni, çok keyifliydi.. derken seminerde başladı ve işte o müthiş insan “İsmail Karasu” o kadar güzel anlattı ki her şeyi, yaşam koçuymuş, ilk kez tanıştık onunla ama mükemmel bir insan, inanılmaz pozitif hep gülüyor, hep iyi şeylerden bahsediyor, en berbat senaryoların bile finalini müthiş bitiriyor. İnanılmaz heyecanlandırdı beni onu dinlemek… hiç sıkılmadan 6 saat o’nu dinledim (tabi ki aralar da vardı). Anlatmak istediği hayata hep mutlu bakabilmek, kendimizi ve karşımızdakileri sevebilmek, sağlıklı iletişimler kurabilmek falan. o kadar yerinde örneklerle zenginleştirdi ki bu sunumu adeta mest olduk hepimiz, tüm salon.. anlattıkları bildiğimiz şeylerdi, bir mucize yaratmadı tabi ki ama o kadar unutmuşuz ki biz bunları, gülmeyi, hep somurtur olmuşuz, hep ben olmuşuz, biz diye bir şey kalmamış hep ben hep ben. hep karşı tarafı suçlamışız, gülümsemeyi-mutluluğu ertelemişiz bir şekilde, hata aramışız, hep haklı olmak istemişiz ama mutlu olmayı unutmuşuz. İnsanız tabi ki üzüleceğiz, sıkılacağız, bunalacağız da.. ama bunun yanında mutlu da olacağız, mutlu da edeceğiz… deneyeceğiz en azından..
Düşünsenize bir, insanlar ne şartlarla, ne koşullarla karşı karşıya geliyorlar; kiminin evi-işi-ailesi yok, kimi eşini-çocuğunu, en sevdiğini henüz kaybetmiş, kiminin son günleri.. ve daha birsürü uzatılabilir bu kötü senaryo bu talihsiz yaşam biçimi. ama yine de gülümsüyorlar. Herşeye inat hayata inat gülümsüyorlar. Bir de ben kendimi ele alayım; ailem yanımda, sevdiklerim-arkadaşlarım yanımda, sağlığım yerinde, istediğimi alıp-istediğim yere gidebiliyorum, bir çok insanın hayalini kurduğu keşke dediği bir hayat yaşıyorum-yaşıyoruz. Bunlar bile yeterli gerekçeler bence gülümseyip mutlu olmak adına. Hayat 1 kez verildi bize, dün geçmişte kaldı, bu gün bir daha hiç olmayacak ve yarının ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. o yüzden tadını çıkaralım bu günün, kıymetini bilelim..

Her sabah uyandığımız da 2 seçeneğimiz var. Ya mutlu olacağız, ya da mutsuz… seçim bizim, kararı biz vereceğiz… ben kararımı verdim her sabah güne mutlu başlayacağım, gülümseyerek, gülümseterek… deneyeceğim en azından n’olcakk ki yani? Yarınımın bile ne olacağını bilmediğim şu kısacık hayatta bu kadar somurtmak niye? Güne güzel başlayıp güzel bitireceğim kendim için bunu yapacağım, söz veriyorum kendime, mutlu olacağım, gülümseyeceğim.

mutlu olalımm hepimiz :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder