31 Mart 2013 Pazar

görmem lazım!


öncelikle tabii ki Paris :)
İtalya Portovenere-Venedik-Alberobello
Tanzanya Safari
Malezya
Plitvice Gölleri Ulusal Parkı, Hırvatistan
Capilano Asma Köprüsü, Kanada
Hava Kandili Festivali, Tayland
Kuzey Işıkları, İskandinavya
Brezilya-Rio Karnavalı
Hollanda-Amsterdam
Yeni Zelenda

18 Mart 2013 Pazartesi

rüya

saçma rüyalar serim tüm hızıyla devam etmekte.
dün gece sabaha karşı yine böyle bir rüya gördüm, çok gerçek gibiydi. o yüzden yazmak istedim.

olay yeri bizim ev.
kahramanlar, ben, damla, fatma hanım (bizim okulun muhasebecisi) bir adam ve ablası.

o adam tıpkı dişleri çirkin olan adama benziyordu (bu kez diş görmedim, sadece arkasını gördüm)

sabah 5 e doğru uyandım ve tekrar yattım, işte sonra başlıyor olay.

ben-damla ve fatma hanım benim odamda yatıyoruz. o adam, reşatın odasında (reşat kardeşim) ablası da reşatın odasının yanındaki odada kalıyor.

adam odada traş oluyor, damla ve fatma hanım arka bahçeye gidiyor (hava henüz aydınlanmamış) ben de tam onların yanına giderken o ablası yanıma geliyor ve gece sen uyurken kollarına baktım sen hap kullanıyorsun diye saydırıyor bana bir sürü. nasıl ağlıyorum ben, hayır diyorum, ben sigara bile içemem, ne hapı diyorum ama ikna edemiyorum :(

ağlayarak arka bahçeye gidiyorum ben de, tam o sırada o adam camdan beni görüyor ve n'oldu diye sesleniyor arkamdan.

git ablana sor diye ağlıyorum ben yine. geliyor yanıma, sakinleştiriyor beni, üzülme, bakma sen ablama diyor ama ben hala ağlıyorum :(

sonra tam rüyamın devamı olacakken, saat 6.30 oluyor ve lanet alarmım çalıyor.

"hayır ben kullanmıyorum, ablan bana inanmıyor ben kullanmıyorum" diyerek uyanmak zorunda kalıyorum.

yataktan fırladığım gibi reşatın odasına koştum, acaba o adam hala orada mı diye. öyle gerçekti yani.

adam yoktu, ben de okula gittim.
rüya bitti.
günaydın aybikem!

özle(me)

Özleyeceklerim
ailem
yaz
ilkbahar
barcelona
umarım bir gün paris
dondurma
kahkahalar
sabah banyoları
çilek
damlayla beraber bilmediğimiz sokaklar
erik
saklambaç
karaköy-bej
Ada
çikolata
sahilde yürüyüş
steve jobs
lunapark
midnight in paris
kilyos
bisiklet
tiyatro
o
deniz
defterlerim
tenis
dua
ovit
mete
müzik
yazmak

Özlemeyeceklerim

birilerine katlanmak zorunda kalmak
televizyon
siyaset
hiçbir zaman çekmeyen digiturk
turkcell
hastane (MASLAK ACIBADEM)
e-mail
çevremdeki bir sürü kişi
cenaze
akp
saç kurutma makinesi
ütü
makyaj temizlemek
sabah alarmları

13 Mart 2013 Çarşamba

Dünya'yı iki elinin arasına alabilir misin?

"Dünyayı iki elinin arasına alabilir misin?" dedi kız.

gülümsedi oğlan, yavaşça yaklaştı..


ellerini yanaklarına koydu kızın,  


-bak dedi 


"-dünya avuçlarımın içinde şimdi"


12 Mart 2013 Salı

kırmızı.

bir trafik lambası getirin şimdi gözünüzün önüne. yönetir durur, arabaları, insanları. ona göre dururuz, geçmek için hazırlanırız, tamam artık geç dediğinde de geçeriz.

sen de aynı öylesin. yoruldum artık, anlamıyorum seni.

tam sarı ışıklar saçıyorsun, bu kez oldu diyorum, tamam diyorum, sinyal üzerine sinyal veriyorsun, sarının tüm tonlarını gösteriyorsun bana. yeşilin yanmasını beklerken ben, sen kırmızı ışığa bürünerek durduruyorsun beni.

buna da tamam diyorum. olmadı, olmuyor, olmayacak diyorum. alışmamışım ya zaten sana, çok kolay kabul edebiliyorum olmayışını. işte ben tam kendimi bu olmamışlığa alıştırıp kabul ettirmişken sen yine sarı ışıklar yakmaya başlıyorsun; yeşile çok yakın tonlarda.

hiçbir renkte tam değilsin. ben sana hep çok sarı oldum, çok yeşile döndüm, dönmek istedim. kırmızının uzağından dahi geçmedim, istemedim geçmeyi.

şimdi yine aynı şeyi yapıyorsun. olmadık anlarda, olmadık şekilde yeşile dönen ışıklarını gönderiyorsun bana. yarın aniden kırmızı olabilirsin, bunu da biliyorum. netsizliğine, dengesizliğine, emin olamayışına, güvensizliğine, çok renkliliğine çok alıştım.

şimdi gel desen, tamam desen, hep yeşil desen..

benim rengim belli, kırmızı.

senin "sarı"na karşı, kırmızıyım.
senin "yeşil"ine karşı, kırmızıyım.

ben artık sana hep kırmızıyım canım.

6 Mart 2013 Çarşamba

defter

bazen çok dağınık oluyorum, ama dağınıklığım içinde her şey yerli yerinde. ulaşmak istediğim her şey elimi uzattığım yerde. masaüstünü görmeniz lazım, dosya içinde dosya, word belgeleri, pdfler vs vs. Uzun lafın kısası, güzel bir temizlik farz oldu. 2011 yazının fotoğraflarına rastladım bu temizlik esnasında. Sonra da çok kızdım kendime.
Barcelona'da biriyle tanışmıştık, japon tatlı bi' amca, uzun uzun anlatmıştı, aonra resmimizi çizmek istemişti, çizmişti falan.
Ajandası vardı elinde, 67 gündür yolculuktaydı, -ki baya daha devam da edecekti. Gittiği her yerin resmini çizmiş, küçük anektodlar tutmuş, minik bir hatıra iliştirmiş yanına; metro bileti, müze bileti, otel faturası, yemek fişi gibi.
üzerinden yıllar da geçse o defteri her açışında o günü tekrar yaşayabilecek, hissedebilecek, hafızasına küçük jestler yapmış, o günü unutturmayacak, çok belli.
istanbul'a da gelmiş bu gezi sırasında, Konya'ya, İzmir'e.. sadece gezmemiş, hissetmiş, yaşamış oraları, bize öyle bir anlattı ki İstanbul'u tekrar aşık oldum şehrime, teşekkür ettim Allah'a, beni İstanbul'da doğma lüksüne laik gördüğü için..
İşte sonra (yani üzerinden 1,5 yıl geçtikten sonra) kızdım kendime. Neden böyle bir şey benim aklıma gelmedi? neden bende bir gezi defteri tutmadım, neden tanıştığım insanların isimlerini o defterime not etmedim; şimdi o japon amcanın bile ismini hatırlayamıyorum!
hafızama güvenirim, yanıltmadı şu ana kadar (isimler dışında) ama keşke şu defter olayını ben de akıl edebilseymişim. Bugün ki aybikem hatırlar, ama 10 yıl sonraki aybikem? 40 yıl sonraki aybikem?
Hem ben böyle bir şeyi yapabilseydim çocuklarım-torunlarım için çok güzel olmaz mıydı? (çocuk? torun? ben ne diyorum:) )