28 Şubat 2010 Pazar

Sıkıntı

ben de şiddetli can sıkıntısı krizleri çekenlerden biriyim
Bilmiyorum garip olan hayat mı yoksa ben mi? zaman geçtikçe biraz daha yorulduğumu biraz daha direncimin kırıldığını hissediyorum… sıkıcı bi gün, nedensiz sıkılıyorum, bunalıyorum, hiçbir yere sığamıyorum sanki. Vakit dolduracak hiçbir şey gelmiyor aklıma, güzel olan hiçbir şey yok sanki, herşey gayet sevimsiz ve anlamsız görünüyor bu gün gözüme. Sanki hayat beni inadına zorluyormuş gibi geliyor. Suratsızlığım da fazlaca üzerimde, gülmek hatta konuşmak bile gelmiyor içimden, olmak İstediğim yerde yada zamanda değilim çünkü şuan. Çok sıkıldım her şeyden, herkesten. Asla hayır diyemeyeceğim can sıkıntısının birebir ilacı baş düşmanı, eğlenmek-gezmek bile gayet sıradan ve sevimsiz bir kelime gibi geliyor şuan kulağıma. O kadar bunalmışım yani. Aslında şuan tek istediğim 2 günlük bile olsa buralardan uzaklaşmak. Kimsenin bilmeyeceği beni bulamayacağı bana ulaşamayacağı bir yerlerde olmak. Yanımda telefon ve kimseler olmadan. Sadece kendimle, sadece kendimi dinleyerek. Kimselere hesap vermeden, kimseleri duymadan, kimseleri görmeden...  sıkıntı gerçekten fena şey. 

26 Şubat 2010 Cuma

söyle

Bugün bişeyi 40 kez söylesen de olamayacağını gördüm. bişeylerin olup olmama olasılığı beni çileden çıkarıyor. olacaksa olsun olmayacaksa olmasın. bana ikilemlerle gelme, kesin şeyler söyle bana. çıldırtma beni, dolaylı yollarla anlatma bişeyleri direk söyle çat diye. buna canım sıkkın bir şekilde. Sevmiyorum yani beklemeyi falan, olucaksa olsun olmuycaksa olmasın ama beklemiyim. yani zaten sabırsızım, beklemeye hiç gelemem o da ayrı bir konu. Sürekli bir şeyler için bekliyoruz bir şekilde, olucak mı olmayacak mı şöyle mi böyle mi, yok yok hiç gelemem ben böyle şeylere. Birşey olucaksa da olmuycaksa da sonucu her ne olursa olsun hemen öğrenmeliyim, beklememeliyim. ya da dolaylı yollarla anlatmamalı kimse bana bişiyleri. her neyse o söyleyeceği şey direk karşıma geçip söylemeli, söyleyebilmelii en azından deneyebilmeli. dediğim gibi işte esasında bişiyin olup olmaması değil asıl konu. zaten cevap ya evettir yada hayır, ortası yok bunun. direk söyleyin işte. olursa olur olmazsa da olmasın zaten. birşeyin olmayacağı varsa ne yaparsan yap, istersen 40 kere söyle olmuyo zaten. ama hemen söyle sonucu beni memnun etmese bile, üzse bile. net olarak söyle bunu bana, kelime oyunları yapmadan direk söyle

25 Şubat 2010 Perşembe

onarmak mı yoksa yıkmak mı?

Kumdan bir kale düşünelim. Çevresine güzel su kanalları yapmış, çevrelenmiş falan. Yalnız öyle bir yere inşa etmişim ki kalemi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra güçlü sağlam(!) zannettiğim surlarım tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Bense elimde küçük plastik kovam, sahilden topladığım kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorum, çabalıyorum. Yaptığım yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor.Küçük plastik kovamla habire koşturup duruyorum. Kan, ter ve panik içinde!.. O kadar odaklanmışım ki “onarmaya”, bu yıkımın artık benim kontrolümde olmadığını göremiyorum. Oysa bir dursam, durup da yukarıdan baksam kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığım sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğimi görebileceğim. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceğim. Ama bazen gözümüz bile görmüyor ki, körü körüne tutunuyoruz, doğru sanıyoruz, doğru olduğuna inanıyoruz, inanmak istiyoruz ya da bir şekilde inandırılıyoruz. Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Katlanamadığımız bir işimiz, sevmediğimiz bir çalışma ortamımız ya da üzüldüğümüz bitişler falan oluyor. “Alışmaya” çalışıyoruz. İncinen yerlerimize her gün küçük yamalar dikiyoruz. Ertesi gün sökülüyor yamalarımız, yara bere içinde, delik deşik, yorgun argın dönüyoruz evlerimize. “İşimi sevmiyorum ama dayanmak zorundayım!” diyoruz. Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, bir lüksmüş, şımarıklıkmış gibi görünüyor gözümüze. Öyle ki utanıyoruz da bazen, gitme düşlerimizden! Aynı durum ilişkiler için de, bitmiş ama süregelen evlilikler için de, hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi? Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi? Hayatımdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmediniz mi?

21 Şubat 2010 Pazar

hayat

Hayat üzerine o kadar cok sey var ki söylenecek; hayat bir de nereden ve hangi pencereden baktigimizlada ilgilidir, yani göreceli. Hep farkli yerden, farkli zamanda gecen bir yolculuk. Düslerimiz, hayallerimiz, yasanmisliklar, hayata eklenen kat kat motivler, renkler, degisimler, her defasinda yenilenen duygular. Gecmis, gelecek, simdiki zaman; nicelik degil, nitelikdir önemli olan.
Hayat nedir? biz neresindeyiz diye çırpınırken aslında birçok şeyin bizden çok uzaklarda bizi sallamayarak acımasızca bizi sadece yalnızlığa ittiğini farkettim bugün. bu daha önceleri aklıma gelen birşeydi aslına bakarsan ama gerçeklerin tokat gibi yüze vurulmasından sonra çıkıyormuş duyguların acısı.. Her şeyin aslında yolunda gittiğine inandığımız noktada birşeyler çekiyormuş bizi kenara ve öğütler veriyormuş… sıkılarak da olsa dinliyormuşuz onların sözlerini. ama kulağımızda öğütler, yüreğimizde sıkıntılar 'nasılsa denesem de olmayacak'  diyerek devam ediyormuşuz o karanlık sokaktaki yürüyüşümüze. Bunlar olurken kalbimiz acılar çekiyormuş, aklımız fırtınalarda savruluyormuş,  gözümüz birçok şeyi görmekten aciz olmuş.. zamanla anlıyoruz hayatın değil kendi benliğimizin neresinde olduğumuzu… onu anlarken de acı çekiyoruz. Bilmek her zaman huzur vermiyor insana. fikirleri, davranışları en çok etkileyen şeymiş bilmek. duygulardan kurnazmış bilgi. bilmek hep doğru olan değilmiş yani, her şeyi bilmek de iyi değilmiş. Çünkü bazen bildiğimiz herşey bizi mutlu edemeyebiliyor. Ya da doğru bildiklerimizin zamanla yanlış olduğunu yaşayarak öğrenebiliyoruz. Dedim ya bilmek çoğu zaman etkiliyor davranışlarımızı, fikirlerimizi ve hayatımızı.
 Sonra sonra anlıyoruz neler yapabileceğimizi. nasıl davranacağımızı. neyin doğru neyin doğru değil- hangisinin bizi daha mutlu edebileceğini.
Şimdi öyle bir noktasındayımki hayatımın… bir adım atsam düşecek gibiyim. önümdeki yolun sonu uçurum değil ama hiç de kolay değil. bir sürü dar yol ve çakıllarla dolu, ayağımda ayakkabım yok ama. Yinede pes etmek yok. Önümde ne kadar zor, dar  ve engellerle dolu yollar olsada asla pes etmek yok. Pes edecek kadar zavallı olmadım hiçbir zaman, ve olmayacağımda. Herşeye inat deneyeceğim ve hayatımı güzelliklerle yaşayacağım.  
Kısaca hayat; Herkesin kendi hikayesini yazdığı, yazmaya çalıştığı fakat çoğu zaman ona sunulanı yaşamak zorunda olduğu  zaman dilimi... 
Ne kaybettirir, ne de kazandırır. O sadece öğretmeye devam eder.

20 Şubat 2010 Cumartesi

love

3-4 yaşlarında falandım herhalde love kelımesı lugatıma eklendiğinde. babama aşıktım o zamanlar kimseyle paylaşmak istemezdim onu, paylaşamazdım, annemden bile kıskanırdım. zaten babalar ve kızları arasında hep özel bir bağ oluşmuştur, değişik bir aşk bu hiç bitmeyen. Sonra büyükbabama, sonra büyükbabamla izlediğimiz entrikalı dizilerdeki tiplere, (5 yaşında bi veletim ama o zamanlar), sonrada büyüdükçe başkalarına falan işte. Sevgi konusunda şanslıydım aslında, ta küçüklükten bu yana çok mutlu bir çocuktum. çok yaramaz çok muzur tam bir cadıydım ama kendimi sevdirmesini de iyi bilirdim. çok severdi herkes beni (pek mütevaziyimdir). sevgi eksikliği hiçç çekmedim yani hayatımın hiç bir döneminde. sevgiyi baya baya yaşadım, çok sevilerek çok severek çok mutlu büyüdüm, şanslıydım. bir ara ilkokul zamanlarım falandı heralde, love yazılıydı herşeyim. birsürü aksesuarlar, kokulu defterler, silgiler, kalemler...çok modaydı o zamanlar ahaha, herşey love yazılı olmalıydı, manyaklık boyutundaydı. tüm kızlar arasında bi love çılgınlığı vardı. okul çıkışı tüm harçlıklarımzla kırtasiyeye koşar bir sürü bişiler alırdık. hatta daha fazla sticker kalem vs. almak için okulda yemek bile yemez tüm paramızı bunlara yatırırdık ve özenle saklardım hepsini. saçma sapan çocukluk takıntıları işte. küçüklüğümden süregelen değişik bir alışkanlıktı bunları saklamak falan. hala saklarım gerekli gereksiz herş eyiii (annemin çöp diye nitelendirdiği) anı diye saklarım ben her şeyii, her şeyiii...Sonra biraz daha büyüdükçe bu  love takıntımın saçmalığını ve gereksizliğini iyice idrak ettim. Ne yani n'olcak ki üzerinde love yazılı herşey benim olsa? ve yine büyüdükçe bunlara hiç ihtiyacım olmadığını da farkettim. Dedim ya şanslıydım ben bu konuda, küçüklüğmden bu yana hep çok sevilen biri oldum. Çevrem hep güzel insanlarla doluydu, beni gerçekten çok seven bana değer veren insanlarla. tabi arada üzenler de oluyor  ama büyüdükçe alışıyor insan. Şimdilerde hiçç ihtiyacım yok buna love falan gereksiz şeyler bunlar. buna ihtiyaç duyanlar bu kelimeyi sürekli telafuz edenler, bununla ilgili yazılar yazıp okuyanlar sürekli bu konuyu sorgulayanlar ya gerçekten sevgi eksikliği çekenler ya da cidden hiçç sevilmemiş, sevilmeyen insanlar. o yüzden kendimi şanslı hissediyorum. sevgiyi bu kadar güzel yaşayabildiğim için, bana sevmeyi böyle güzel öğrettikleri için, beni bu kadar sevdikleri için, onları çok fazla sevdiğim için. Love kelimesinin eksikliğini hiç çekmediğim, orada-burada aramayıp buna hiç ihtiyaç duymadığım için.

19 Şubat 2010 Cuma

19.02.2010

Güzeldi bugün. Biraz yoğun biraz koşuşturmalı ama keyifliydi. Necomlaydım yine, ist.parkın altını üstüne getirdik adeta. Niyetim ayakkabı almaktı ama nerdee?? bende bu kararsızlık olduktan sonra. nerdeyse tüm mağazaları dolaştık bir sürü ayakabı denedim ama yokk, ıı ııııı beğenemedim kiii. Sevmiyorum zaten bu huyumu, karasızlık fena şey. gezdik-tozduk-denedikk hatta baya denedikk ama yok beğenemedim! baktım kı bu böyle olmayacak ayakkabı serüvenimi yarına erteleme kararı aldım. sonra alışverişimize devam ediyorduk kii, telefonuma kılıf alma fikri geldi birden aklıma, hemen girdik içeri. zaten bunda çok da kararsızlık yaşayacağım bir durum söz konusu olamazdı. alt tarafı siyah deri bir kılıf alıp çıkacaktım hemen. ama gel gör ki bende şans ne gezer, kalmamış ellerinde deri kılıp. Tam şansıma lanet olsun diye iç geçirip dışarı çıkıyordum kii renkli gözlü tatlı çocukcağız bulmuş kılıff. ahaha o kadar mutlu oldum kii, çok güzel pembe deri bir kılıf getirdi bana. aklımda olan siyahtı ama karşımda duran pembe aklımdakinden çok daha cazip geldi ve hemen aldım o tatlı pembe kılıfı:) eve kadar sabretmeliydim, çıkartmadım kılıfımı kutusundan. iradesi çok da sağlam olmayan ben eve kadar sabrettim de. ee o zaman afferim bana ahahah. küçücük bir  kılıfla o kadar mutlu oldum ki, hani küçük çocuklar yeni birşey alındığında falan elinde dolaştırır ya aynı öyleydim bende. cici kılıfımla pek bir mutluydum. sonra telefonumda katıldı aramıza süper bir üçlü olduk aahah:) yazdıklarımı okudum da, tam sevgili günlük modu yani. neyse madem ki bu gün günlük gibi yazıyorum o zaman alakalı alakasız aklıma gelen her şeyi yazabılırım. bu gun benim için çok da mutlu bir gun aslında. nihayet projemız bittii, yihhuuuu! evet evet aylardır uğraşıp üzerinde kafa patlattığımız comenius projemızde nihayet mutlu son. projemızı ankara, brüksel ve tum ortaklara yolladık. şimdi heyecanlı bekleyişş. temmuz ayında açıklanackmış proje sonuçları yani kabul edilip edilmeyeceği falan. kabul edilmesinii umud ediyorum ediyoruzz. hatta edilmezse fena bozulurum o derece!! o kadar uğraştık emek verdık, bari sonuç alalım yahuu. neyse kabul edileceğine cani gönülden inanıyorum ben ve şunu da ekliyorum temmuz ayında bı blog daha yazacağğımm. tamamıyla projemle alakalı olucak bu blog ama kabul edilişimizin mutluluğuyla alakalı falan, yani çok inanıyorum buna:) şuan o kadar uykum gelmiş ki bunu farkettım, gözlerim kapanmak,  bende kapatmamak için diretiyorum adeta hadi bakalım hodri meydan hangimiz galip gelicezz...
vee evet sonuç tıpkı beklediğim gibi, şaşırtmadı uykuu açık ara fark attıı... hatta yattm bıle.

13 Şubat 2010 Cumartesi

İtalyanlarrr

Çok uzun zamandır hiç bu kadar eğlenip güldüğümü hatırlamıyorum. Gayet sıradan bir gündü oysa ki, dünden hiçbir farkı olmayan basit bir gündü. Neyse bir gün önceden necmiye’ye biraz kızmıştım, gönlümü almak için kalkıp yanıma gelmiş. Hoşuma da gitti açıkçası, bir-iki kapristen sonra affettim onu her zamanki gibi. Sarıyerdeydik, buz gibiydi hava biyerlerde oturup içimizi ısıtacak bir şeyler içtik,  sonra  sinem’de geldi yanımıza. Güzeldi yani, önümüzde ki haftanın plan-programını yaptık, gezmeler-tozmalarla doldurduk haftamızı falanlar filanlar…
Hiçbir dakika sesimi duymadan duramayan anneciğim aradı her zamanki gibi, ama bende onun sesini duymadan yapamam kiii… canım o benim her şeyimm, hayatta ki en değerli en sevdiğim varlığım.
Önce benimle sonra necoyla konuştu ve bişekilde necoyu bize kalmaya ikna etti süpper annem:) necmiye annem için çok önemlidir, onu da tıpkı beni sevdiği gibi sever, kızı gibi aynı (annem zor biridir öle sevemez hemen kimseleri ama necoya bayılıyoo)
Eve giderken film falan alalım dedik ama bişekilde modumuza uygun film bulamamanın üzüntüsüyle geldik eve. İşte olay tam da bu an başlıyor, eğlence zamanıııı…
Klasik alışkanlıktır; ps açılır, müzik listesi yapılır, msn açılır, face - vb. sitelere bakılır ve mutlaka mailler kontrol edilir! Ve evet sevgili italyanlarımdan 1 mail daha gelmiş. Yaptığımız comenius projesi dolayısıyla neredeyse heryerde tüm comenius sitelerinde-gruplarında mail adresim var. Ve italyanlarla başım fena halde dertte,  sürekli mailler, faceden msjlar ekleme talepleri bla bla bla…
Başıma musallat oldu bu italyanlar ahaha, sonunda birine tamam diycem basıp gidicem italyaya evlenicem falan:) ama bu son gelen mail dierlerine göre daha bi ilginçti:) adam italyn ama türkiyeye yerleşmek istiyo, ist.’a ve benim  ona yardımcı olmamı istiyor, yok ben onu hava alanından karşılarmıymışım, ona ev bulmasına yardımcı olurmuymuşum, erk. arkadaşım varmıymışş, birlikte ne güzel gezermişiz eğlenirmişizz mutlu olurmuşuzz o beni çok mutlu edebilirmişşş falanmış filanmışşş
Adam resmen ikimiz için bir hayal kurmuş ve inanmışta buna, öldükk gülmekten, bu nee yahuu?? Saçmalamışş ahaha
Tamam bana zaten her hafta itlydan 3-4 mail gelir, yok tel ver, yok skype var mı?, tanışalım mı, yok öle mı yok böle mii… hiçbirine cvp vermıorum tabi ki ama bu son gelen maile öldüm resmen, nası bı kafa bu adamda kı yanıı, şaka gibiii…. Sinemin çok güldüğü nijeryalı  siyahi komik arkadaşım sam’de msndeydi ve bu comenius projesini  beraber yürüttüğümüz için bana gelen italya maillerinden onun da haberi vardı ve çok da eğlenirdik bunları okurken. Son gelen maili sam’e de yolladım ve adam resmen dumur oldu,  şaştı kaldı oda,  ee artık abartıyorlar falan diyebildi sadece… ve sam’e göre ben kesnlıkle bır ıtalyan ile evenecektim o bu düşüncesine baya baya inanıyorda. Aslında fena da olmaz hanii:D, severim italyayı italyanları:) ve  yine sam’e göre bnm evleneceğim itaylan bu son maili atan adamdı, ahahah o kadar güldüm kiii msnden bunu yazınca. Bende ona istem dışı hayır zaten ben 1 ay önce evlendim gibi bir şey yazdım ve olay burda koptu, kontrolümden çıktı resmen… adam ciddi ciddi inandı yaa, hadi ben böyle bir yalan attım da sen nasıl inandın?? :) hemen mikrofon açtı ve tüm ciddiyeti ve yarım yamalak türkçesiyle beni bu kararımdan vazgeçirme çalışmalarına başladı…biz tabi necoyla ölüyoruz gülmekten çok eğleniyoruzz, uzun zamandır  hiç bu kadar gülmemiştik hatta iyi ki film almamışız bile dedik. Sonuçta sam’den daha iyi bi film mi bulabilecektik :) tam 2 saat konuştu beni vazgeçrmek için, bende bi güzel atıyorum tabi olmayan o kişiyle alakalı… evlendiğim adam da italyan ama türk vatandaşı, italyda yaşıyo, ailesi turkıye de , 25 yaşında hatta mukemmel bı fotoğraf bulup yolladım bıle sam’e işte bu diye:) ailemın haberi yok, ama ailem kızsada umrumda değil onunla heryere giderim, onu çok seviyorum, falan filan ahaha baya iyi oynadım yanıı:) bi ara neco bile bana dehşet ve gayet inanmış  gözlerle baktıı, o kadar gerçekçi oynadım yani rolümüü…ama bende baya abarttım, gayet inandırıcı konuştum, ikna yeteneğim fazladır zaten  kabul ediyorum, sorduğu tum sorulara da gayet ustalıkla mantıklı cvplar verınce adamcağızda inandı tabı napsın:) yazdım, yönettim, oynadımm ve çokk eğlendimm-eğlendirdimmm:)
Ahaha şaka gibiydi yanii, ortaya bi laf attım, sam’de  oltaya geldi çok eğlendikk çokkk…
Gecemi güzel yapan, gülmekten karnıma ağrılar girmesini sağlayan Sam’e, o kadar uykumun olmasına rağmen inatla beni uyutmayan Necoya, intt. gece boyu bağlantıyı koparmayan kendini yanımızdaymış gibi hissettıren sinoo’ya, benı uyutmamaya kararlı olup sanki necoyla işbirliği yapıyomuş gibi düşünmemi sağlayan  hiç susmayan lanett  telefonuma, tümmm italyanlara ve resimdeki sana çokkk teşekkür ederimmmm…

8 Şubat 2010 Pazartesi

komiksiniz-gereksizsiniz

Son zamanlarda öyle saçma diziler-programlar  yada reklamlar dönüyor ki tv.lerde onlara baktıkça ne düşünmem gerektiğini bile kestiremiyorum. 2  tane sarışın kızımız var ki şu aralar ekranlarda akıllara zarar.  yani rtük onu bunu yasaklayacağına bunlara bi el atmalı bence.  hayır yani gerçekten bu kadar aptallar mı yada aptal rolünü bu kadar iyi oynayabilecek kadar yetenekliler mi?  Sonra o gereksiz izdivaç programları! İnsanların hiç mi işi gücü aklı yok?  Hadi oraya çıkanlar normal değiller de bunların hiç mi aklı başında bi tanıdıkları yakınları da mı yok? Kimse bunlara ya bi durun napıyosun falan da mı demiyor? çıkıyorlar tv.ye yok şöyle koca arıyorum yok böyle eşim olsun istiyorum, yok zengin olsun yok parası olsun cart olsun curt olsunn… ya da hiçbiri olmasın da sizin beyninizde azıcık akıl olsun ya. O kadar acıyorumm ki onlara zavallılar bence, talkshow programları halt eder onların zırvalıkları-saçmalıkları, komiklikleri yanında. sonra geçenlerde Aşk-ı memnu da gülmekten öldüm resmen, inanılmaz bir konuşmaya tanıklık ettim. “ilk gerçek öpücüğümü istiyorum behlül”  yok artıkk! Bu ne ya? Siparişle kız mı öpülür? Ahaha saçmalık…
sonra taa eskilerden  bu yana süregelen berbat reklamlar serisi var bir de. Şöyle bi geçmişi hatırladım şimdi de. İbrahım tatlıses ve halının içinden çıkan  asenalı merinos reklamları, gol yemem … tabi ki yerim diyen Rüştü, çocukluğumdan beri tiksinerek izlemek zorunda kaldığım berbat  Ayşe teyze reklamları, saçma digitürk reklamları, bir de orkid reklamları var son zamanlarda  tv.de sıkça karşıma çıkan. Orkidler önce şezlong oluyor, ardından şemsiye:) Allahım ya bunu kim düşündü? Nasıl gereksiz bir yaratıcılıktır bu, ama ne yalan söyleyeyim ilk izlediğimde çok güldüm. Daha neler göreceğiz acaba?
Tabi bunun yanında çok başarılı reklamlarda var tabi. Cem Yılmaz’lı doritos reklamları mesela. Hahaha Eti gofreti reklamlar serisi var bir de. Koptuğum an resmen, replikler falan muhteşemm. 1 eti gofreti alana 2. aynı fiyata bla bla bla… izlemeye doyamıyorsun o cinsten yani:)
Gereksiz yarışmalar falan, küçücük çocukları o kadar yorup üzerlerinden yapılan primler falan filan, gereksiz ve bir o kadar da basit bir dünya yarışmalar… ıyyy hiç sevmem.
Tamam güzel programlar da var Beyaz ve Okan mesela, şiddetle kaçırılmaması gereken. arada bi güzel diziler de çıkıyor işte Ezel var bu ara taktığım, Kenan’ın da çok büyük etkisi var tabi o dizinin o kadar tutmasında, adam tek kelimeyle muhteşem yaa, muhteşem. Eskiden çok sevdiğim “Süper Baba-İkinci Bahar ve Sıcak Saatler ” vardı nasılda bayılarak izlerdim onları, çocukluğumun en güzel dizileriydi hiç kaçırmadığım, hatırladığımda hala gülümsediğim falan:) en favorim  “Lost ve Prison Break”  ama bunları i izlerken resmen kendinden geçiyor  insan “jack ve michael scofield” ahh ahhhh. Hayranlıkla bakılası insan ötesi bişiler, tapılasıı insanlarr, sizi klonlayıp birer tane de bana verseler aslında ;) neyse konudan sapmayalım, eğer konu benim yakışıklılarıma giderse sayfalarca günlerce yazarım ben.
Evet dediğim gibi enteresan bişiler oluyor bu aralar tv.de, güzel şeyler de izliyoruz ama o kadar kötü olan var ki, güzeli bile seçmekte zorlanıyoruz. herneyse işte içimden geldi ve söyledim bunları, ne var yani, bu kadarcık.

7 Şubat 2010 Pazar

Güven(me)mek!

En büyük ihtiyaç, en zor sahip olunan, en fazla direndiğimiz, arandıkça bulunmayan; bulunca da emin olunmayan, huzurun diğer adı, en fazla da gerçekten var mı diye düşünülen, en önemli-en nadide, ve en unutulmuş ve en önemsenmemiş insan gereksinimi, korkunun sevmediği, sevgi ile tam olandır “GÜVEN”.
Birine inanırsın, sözcükleri vardır sana verdiği ve bakışları güven uyandıran.. ya da belki senin güven uyandırmasını istediğin, ya bir adamın ya arkadaşının yada en kötüsü dostum canım diyebileceğin birinin… herşeyini anlattığın, herşeyini bildiğin, ihtiyacı olduğu her an mutlaka yanında olduğun, onun için birsürü fedakarlık yaptığın, kimse için yapmayacağın şeyleri onun için yaptığın birinin hatta…
İnsanoğlu güvenmek ister çünkü doğamızda vardır. Bir insana nasıl güvenilir? Açık sözlü olmasını, ihtiyacımız olduğunda yanımızda olmasını isteriz, anlattığımız herşey sadece onda kalsın isteriz, ona koşulsuz güvenmek isteriz, tereddütlerimiz olmadan, acaba demeden, kısacası gözümüz kapalı güvenebilmek isteriz, kendimiz gibi güvenebilmek isteriz… güveniriz de bir çoğuna zaten, kendimiz gibi sanarız ya çünkü herkesi…ta ki bir gün bunun aslında kendimizin yarattığı "inandığımız yada inanmak istediğimiz bir "hayal" olduğunu anlayana kadar.. güvenmenin anlamsızlığı ve kendine kızgınlığın .. ve şaşkınlığınla başbaşa kalana kadar inandığın, kendini inandırdığın upuzun zamana şaşarsın. Karşılaştığımız güvensiz ya da güvenemediğimiz insanlar, belki de kendilerine güvenleri olmayanlardır. Nasıl güven versinler ki? bir o kadar da zordur yeni insanlara kapılarımızı açmak. İnsanlar birbirine güvenmek ister oysa güveninin kaybedilmesinde yalan ve samimiyetsizlik bulunmaktadır. Eğer insan verdiği sözlerin arkasında durmuyorsa orda güvensizlik başlar. Unutmamalıdır ki güven insanın içinden gelir, ideal olan da herkesin birbirine güvenmesidir. "Ama" işte yine bir ama giriyor burada devreye! Her zaman öyle olmuyor işte. Senin çokk güvendiğini düşündüğün , asla yapmaz dediğin, dostum- kardeşim diyebileceğin nadir insanlardan olan o kişi güvenini kırmıştır birkere, seni hayalkırıklığına uğratmıştır… güveneceğin biri var mıdır şimdi? güven var mıdır? kime güvensen ondan kazık yiyorsun ne de olsa. Ne yapmalıdır ki şimdi? Yada ben bunu mu hakettim? Ben ona bu kadar güven verirken onun her şeyini bilip sadece bu bildiklerim bende kalırken o nasıl benim de sadece onda kalmasını istediklerimi nasıl başkalarına anlatabilir ki?? Bu kadar mı zor sır tutmak, bu kadar mı basit? Bu kadar mı çocuksun sen? Bu kadar mı güvenilmezsin? Yine mi yanıldım yani?
Bir kez daha güvenimi kırdı birisi işte, hem de uzun zaman sonra insanlara yeni yeni güvenebilmişken… yok istemiyorum artık kimselere güvenmek, benim çok da güvendiğim asla yapmaz dediğim birkaç mükemmel insan var başkalarını da istemiyorum zaten.
Yeter artık, cidden yeter… ne berbat bir dünya da yaşıyoruz, ne kadar salaklık ediyoruz herkesi kendimiz gibi sanarak, ne kadar çabuk inanıyoruz-güveniyoruz… tamam genelleme yapmak istemem herkes böyle değil tabi ki ama büyük bir çoğunluk böyle işte, edindiğim kötü tecrübeler sonucunda bunu çok rahatlıkla söyleyebiliyorum artık… ve şunu da ekliyorum gerçekten kimselere güvenilmiyor bu devirde… eğer birine gerçekten güveniyorsan-güvenebiliyorsan onu sakın kaybetme, kıymetini bil.  çünkü güven şu hayatta en çok ihtiyaç duyduğumuz, aradığımız bulduktan sonra emin olamadığımız eğer emin olursak da dünyanın en güzel duygusu. birine güvenebilmek.

5 Şubat 2010 Cuma

Mutlulukk :)



Ne tuhaftır! Bildiğin bir şeyi anlatamamak..
Mutluluk mesela; kime sorsan bi duraklar, düşünür "hayır" der, "mutlu değilim" der, şikayet eder hep şikayet edecek birşeyler arar mutluluk adına.
Hep söylüyorum.. Her zaman düşüncelerimiz hayatımıza hükmediyor. Negatif düşünceler negatifleri, Pozitif düşünceler ise pozitiflikleri çekiyor hayatımızın orta yerine, hızla.
İnsan oğlunun doğası işte; küçük şeylerle yetinmeyi bilmezken küçük olumsuzlukları birden bire hayatımızın fırtınası görür dururuz hep.
Yani bu hayatta gercekten mutlu olan insan yokmu? Ona mı inanıyoruz. Herkes mi mutsuz?
Ayrıca anlatılanlar gibi masal kitaplarındaki mutluluklar sadece MASAL. Bence biz mutlulugun tarifini degistirelim, ve bizim yüzümüze, gözümüze ve içimize gülümseme getirecek bir mutluluk tarifi yaratalım. Ve ordan başlayalım.

Kaygısızca, düşünmeden, istemeden dudaklarının geriye doğru çekilip yanaklarının hafifçe yükselmesiyle oluşan tebessüm, paylaştıkça çoğalan sevgidir mutluluk...
kendimizi sevmek, seni seviyorum demek, içten bir gülüş yumuşacık bir dokunuş.. en önemlisi yüzümüzün yüregimizle birleşerek gülümsediği an'dır "MUTLULUK" ...
 Tanımı bu kadar kolay olmasına rağmen “olması” neden bu kadar zor diye düşünmeden edemiyor insan doğal olarak.

Zaman gelir bağıra çağıra şarkılar söylemek gelir içinden, zaman gelir ağlamaya bahane ararsın, en küçük birşeyde gözlerin ıslanır, dudakların titrer. Bu farklı bir şeydir, tarifi gerçekten zor. Bir derdin, sıkıntın yokken bile olabilir. Böyle zamanlarda olacak elbette hani olur ya bazen herşey anlamsızlaşır, boğulur gibi hisseder insan kendini. Masalar sandalyeler üzerine gelir, seni anlamayan, boş konuşan boş bakan insanlarla sonuçsuz cümleler paylaşmak zorunda kalırsın, ayrılamazsın o ortamdan ne kadar istesen de. Hayatın gerekliliğidir bu, kurmuş olduğun düzenin getirdikleridir. Konuşur, konuşursun aklın yüreğin başka yerlerde, başka zamanlarda, başka mekanlarda olmak istersin hep. Bu umutsuz bir çabadır bilirsin ama istersin de bir taraftan, gözlerine bakarsın çevrendekilerin, farklı bir ışık, farklı bir açı yakalamaya çalışırsın, yoktur tekrar tekrar baksan da. Sokaklar kalabalıktır ama ıssız olsa keşke dersin, gökyüzü berraktır ama hafif yağmur istersin, sevgilin aramıştır aslında ama “niye daha önce aramadı ki” dersin. Beyaz lale almıştır sana o çok sevdiklerinden ama sen papatya koklamak istediğini düşünürsün. Radyoda eskilerden hafif bir müzik vardır, Sezen’den bir parça olsa da dinleseydim dersin. Arkadaşın kek yapmıştır en sevdiğinden, bir parça çikolata olsa da yesem dersin. 
Olur bazen değil mi herkese bunlar?
Olur tabi ki de, yine de hayatın güzel olmasına bizim mutlu olmamamıza engel teşkil etmemeli, herşey bizim elimizde çünkü... Mutlu olacak bir şeyler bulabilmeliyiz yine de. Hayat bir armağan bize ve bunun kıymetini bilmeliyiz, iyi değerlendirmeliyiz, geçmişteki hatalarımızla değil, hatalarımızdan ders alıp şu ana bakarak yaşamalıyız. Keşkelere yer olmamalı bizim hayatımızda, “şimdiki aklım olsaydı“ diye başlamamalı hiçbir cümlemiz, eleştirmemeliyiz sürekli birilerini, değiştirmeye çalışmamalıyız, illa da bir şeyleri değiştireceksek bu kendimiz olmalı. olduğu gibi sevmeliyiz herkesi, herşeyi, karşılık beklemeden..

Bu gün çok keyifli bir seminere katıldım, uzun zaman sonra birilerini dinlemek ilk kez bu denli güzel geldi. Gece 4 de hala uyuyamamış olmama rağmen sabah 6.30 da çok rahat bir şekilde fırladım yataktan. Hemen hazırlandım ve düştüm Bostancı yollarına. Neyse bir şekilde vardım Bostancıya günüm anlam veremediğim bir şekilde güzel başladı, o kadar uykusuzluğa rağmen. Yüzümde engel olamadığım bir gülümseme, tanıdık tanımadık herkese gülümseyen bir ben vardı bu gün:) ama çok sevdim bu beni, çok keyifliydi.. derken seminerde başladı ve işte o müthiş insan “İsmail Karasu” o kadar güzel anlattı ki her şeyi, yaşam koçuymuş, ilk kez tanıştık onunla ama mükemmel bir insan, inanılmaz pozitif hep gülüyor, hep iyi şeylerden bahsediyor, en berbat senaryoların bile finalini müthiş bitiriyor. İnanılmaz heyecanlandırdı beni onu dinlemek… hiç sıkılmadan 6 saat o’nu dinledim (tabi ki aralar da vardı). Anlatmak istediği hayata hep mutlu bakabilmek, kendimizi ve karşımızdakileri sevebilmek, sağlıklı iletişimler kurabilmek falan. o kadar yerinde örneklerle zenginleştirdi ki bu sunumu adeta mest olduk hepimiz, tüm salon.. anlattıkları bildiğimiz şeylerdi, bir mucize yaratmadı tabi ki ama o kadar unutmuşuz ki biz bunları, gülmeyi, hep somurtur olmuşuz, hep ben olmuşuz, biz diye bir şey kalmamış hep ben hep ben. hep karşı tarafı suçlamışız, gülümsemeyi-mutluluğu ertelemişiz bir şekilde, hata aramışız, hep haklı olmak istemişiz ama mutlu olmayı unutmuşuz. İnsanız tabi ki üzüleceğiz, sıkılacağız, bunalacağız da.. ama bunun yanında mutlu da olacağız, mutlu da edeceğiz… deneyeceğiz en azından..
Düşünsenize bir, insanlar ne şartlarla, ne koşullarla karşı karşıya geliyorlar; kiminin evi-işi-ailesi yok, kimi eşini-çocuğunu, en sevdiğini henüz kaybetmiş, kiminin son günleri.. ve daha birsürü uzatılabilir bu kötü senaryo bu talihsiz yaşam biçimi. ama yine de gülümsüyorlar. Herşeye inat hayata inat gülümsüyorlar. Bir de ben kendimi ele alayım; ailem yanımda, sevdiklerim-arkadaşlarım yanımda, sağlığım yerinde, istediğimi alıp-istediğim yere gidebiliyorum, bir çok insanın hayalini kurduğu keşke dediği bir hayat yaşıyorum-yaşıyoruz. Bunlar bile yeterli gerekçeler bence gülümseyip mutlu olmak adına. Hayat 1 kez verildi bize, dün geçmişte kaldı, bu gün bir daha hiç olmayacak ve yarının ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. o yüzden tadını çıkaralım bu günün, kıymetini bilelim..

Her sabah uyandığımız da 2 seçeneğimiz var. Ya mutlu olacağız, ya da mutsuz… seçim bizim, kararı biz vereceğiz… ben kararımı verdim her sabah güne mutlu başlayacağım, gülümseyerek, gülümseterek… deneyeceğim en azından n’olcakk ki yani? Yarınımın bile ne olacağını bilmediğim şu kısacık hayatta bu kadar somurtmak niye? Güne güzel başlayıp güzel bitireceğim kendim için bunu yapacağım, söz veriyorum kendime, mutlu olacağım, gülümseyeceğim.

mutlu olalımm hepimiz :))

2 Şubat 2010 Salı

dikişlerim

Küçüktüm o zamanlar, sanırım 95-96 yılı falandı. Sinemlerdeydik, sıcacık bir yaz günü ve bizde evin içinde yakalamaç oynayıp yaramazlıklar yapıyoruz. Bu kadar yaramazlığın sonunda mutlaka birimize bir şey oluyor tabi. Salonun kapısındaki cam bileğimi öyle bir kesiyor ki. Annem çıldırmıştı korkudan, hemen hastaneye koşuyoruz tabi.  Az kalsın damarım bile kesilebilirmiş yani, durum o kadar ciddiydi. 7 dikiş atılıyo koluma, sargılar, iğneler falan. Tam 2 hafta hergün pansuman için doktora gitmeler, zaten oldum olası ekstra nefret ederim hastanelerden. Canım da acıyor, huysuzluğumda fazlaca üzerimde pansuman saatlerinde. Kabus gibi 2 haftaydı, sonrasında dikişler falan alındı. O kadar şaşırmıştım ki dikişler alındığında bileğimin o haline, ama çok da sevmiştim. İlginçtir ama çok hoşuma gitmişti dikiş izlerim, hala da çok severim sol bileğimdeki 3 ayrı dikiş izimi. Tüm arkadaşlarıma gösterirdim büyük bir gurur ve mutlulukla. Sanırım farklı olmak hoşuma gitmişti.  Gözüme öyle güzel gözüküyorlardı ki, ama hala öyle çok seviyorum dikişlerimi. Benim için yara izi ya da deformasyon falan değiller kesinlikle, hatta iyi ki varlar. Benim bi parçam o, mutluyum dikişlerimle. Seviyorum sizi dikişciklerimm =))

1 Şubat 2010 Pazartesi

Keşke yapabilsem


Bu gün arkadaşım bu resmi yolladı bana, o kadar beğendim o kadar sevdim ki…
ne kadar güzel aslında 
beğenmediğimiz ama yaşamak zorunda olduğumuz, 
olmak istemediğimiz ama mecbur tutulduğumuz, sevmediğimiz ama maalesef ki içinde bulunduğumuz, hayal ettiğimiz ama gerçek olamayan yerlerin yada anların üzerine tıpkı bizde böyle bir başka resim ekleyiversek de her şey istediğimiz gibi olsa mesela… istediğimiz kişinin yada istediğimiz herhangi birşeyin resmını ıstediğimiz yere tutsak da o gerçek olsa böyleee.ne kadar harika olurdu… olayları görmek istediğimiz gibi yapabilsek yani, her şeyi yönetme hakkı bizde olsa. nefret ettiğim biri mi geldi yanıma hemen Wentworth Miller’ın resmini koysam da o yanımda olsa mesela:) ama öyle resimde bi kağıt parçasında değil, ciddi ciddi değiştirebilmeliyim gerçek olmalı en azından yapabilitem falan olmalııı… acaba böyle bir yeteneğim falan olsa neler yapardım, neler isterdim…
*Öncelikle şuan İstanbul'da olmazdım mesela, Venedik'te falan olabilirdim ya da Amsterdam, İstanbul'un sevmediğim sokaklarına eklerdim onları kendi resmimle beraber. Hemen Venedik gondollarının içine ya da Amsterdam sokaklarına… Hatta hergün yeni bir ülkede açardım gözümü, hep gezerdim, hep gezerdimmm
*Büyükbabamı geri getirirdim sonra, onun yeri benim yanım olmalıydı çünkü o tatlı pamuk yanağı yanağıma yakın, kolları sımsıkı beni sarmış olsun isterdim, öyle bir resim hayal ederdim onun için
*Baya bir düzen değiştirirdim herhalde, şöyle köklü değişimler de yapardım sanki;) erdoğan’ı asla birdaha Türkiyemize canım ülkeme karışamayacağı kadar uzaklara yoolllardım, dönüşü olmayan yollaraaaa…. öyle bir resme eklerdim o'nu..
*Şimdi ki çocukların yanına kendi çocukluk arkadaşlarımla çekildiğimiz resmimizi eklerdim, 1 günde olsa çocuk olurduk hepimiz. gösterirdik onlara nasıl çocuk olunuyormuş, nasıl gece yarılarına kadar saklanbaç, yakalamaç, istop oynanıyormuş…
*Sırasıyla okuduğum tüm okullara da eklerdim resimlerimi, arkadaşlarımla beraber, mükemmel zamanlar geçirdiğim öğrencilik hayatıma dönerdim zaman zaman…
*Herkesi istediği yere istediği kişinin yanına eklerdim, ne güzel olurdu herkes olmak istediği yerde olsa mutlu olsa, mutlu olabileceği kişinin yanında olsa hep…
*En sonunda da bende kendi resmimi birinin yanına ekleyiverirdim herhalde, hemde hiç geri gelmemek üzere, hep o kişiyle, hep o resimde… yada içinde onun da olduğu herhangi bi zamanda ve yerde….

Ve şuan aklıma gelmeyen birsürü güzel şeyler yapardım, kendim için, onun için, bunun için, senin için, bizim için, herkes için (: