31 Aralık 2010 Cuma

h.g 2011

Daha dün gibi hatırlıyorum, 2009 biterken yazdıklarımı.
Ya da 1 ocak 2010’u falan.

Üzerinden tam 1 yıl geçmiş, koca 1 yıl geçmiş, hem de hiç anlayamadan.
Tamam geçen yıl içinde aynı şeyleri söylemiştim. doğru. ama bu yıl bildiğin hızlı geçti. n'olduğunu anlayamadan, daha dün gibi herşey. o derece hızlı.

-Hem çok çirkin hem de çok güzel bir yıldı bu yıl.
Hem yeni heyecanlar, hem de hiç bilmediğim duygular kattı bana.
Sevinçten de üzüntüden de ağlattı beni bolca. Zaten sulu gözlüyüm, iyice ağlak bir kız oldum bu yıl.
-İyice büyüttü beni, 20 li yaşlara iyice alıştırdı, sevdirdi.
Hatta bir de +3 eklendi.
23 oldum 23. Bayyaa büyüdüm ben.
-Çocukluk hayalimi gerçekleştirmek için kocaman bir adım attı bu yıl.
O yüzden 2010 biraz daha özel. Geçen yıl çalışmalarına başladığımız comenius projemiz kabul edildi, fonlandı. Koordinatörüm (öhöm, öhöm)
yaniiii haziranda İSPANYA.
Öncesinde şubatta Macaristan falan.
O yüzden kocaman bir teşekkür 2010’a.
Ha bu arada, İspanya ya gidince mutlaka Barcelonalı futbolcular ziyaret edilecek.
Yoksa olmaz, hayal yarım kalır :)
-Hayatımda hiç gitmediğim kadar doktora gittim bu yıl, hem de hastaneleri hiç sevmezken.
İlaçlarla baya haşır neşir oldum o yüzden. Artık hasta olmiiyim, lütfennn!!!
-Çok çok üşüdüm ben bu yıl, hala da üşüyorum.
-Eskinin eskide kaldığını ve eskiden artık ne kadar uğraşırsan uğraş,  yeni olamayacağını öğretti bir de güzel yıl. Ve bana sevdirdi bu fikri.
-Çok güzel bir yaz geçirdim bu yıl, bir kaç saat içinde verilen ani tatil planları. Yanımda çok çok sevdiğim 5 tatlı bayanla. Gezdik eğlendik..
-Gökhan ve Ümit’i evlendirdik bir de bu yaz. Rüya gibi 2 düğün.. evet 2 kuzenimi de başka kızlara kaptırdım bu yıl!
Heheh, böyle de kıskancım, napiim.
-Yazmaktan hiç sıkılmadım, tam gaz devam. Hiçbir şeye vakit bulamamaktan sürekli yakınırken, yazmak için hep vakit bulabildim ben.
-Çok komik bir şekilde şampiyon olamadı bu yıl fb. ben formamla kala kaldım ortada. şampiyonluk diye yola çıkarken, gece yarısı bile olmadan eve dönmece.
-Büyükbabamı çok özledim ben, babanemide.
-Annemi, babamı çok fazla seviyorum. onlar için ölebirim.
-İnsanları mutlu etmek çok daha güzel bu yıl. karşılık beklemeden. Sevmek, birileri için bir şeyler yapmak.
Birini az da olsa gülümsetebilmek.
ya da birinin gülümsemesinin sebebinin sen olduğunu bilmek falan.
-güzel bir sosyal sorumluluk projesine adım attım bu yıl birde, ha devamı da gelecek.
-İtalyancaya merak sardım, öğrenicem.
Ama İspanyolcayı da öğrenmek istiyorum.

"2011’e dair hiçbir isteğim yok, beklentim de yok. Ne yaşanması gerekiyorsa o olsun." demiycem bu kez.

2011'den çok şey bekliyorum. beklentilerim tavan.

Birsürü güzellik olsun istiyorum. Biri gelsin ve her şeyi düzeltsin, yeni hevesler yenilikler getirsin bana.
Çok şaşırtsın bu yıl beni.
Çok çok gülümsetsin, çok mutlu etsin.

Bolca gülelim, mutlu olalım hepimiz..

Seviyorum ben sizi, herkesi. 
Herkese mutlu mutlu seneler şimdiden..

27 Aralık 2010 Pazartesi

Öyle işte

Ben bu yılın güzel mi yoksa kötü mü geçtiğini anlayamadım. Kararsızım. Özellikle şu son 1 haftam oldukça berbat. Mutsuzum. Sıkılıyorum. Üzülüyorum. Özlüyorum. Ve bunların hepsi sebepsiz.
İstemediğim ortamlarda bulundum şu 1 haftada, üzülmeyi hiç hak etmediğim insanlar tarafından üzüldüm, yanlış anlaşıldım. Ya da bende üzdüm. Çirkin konuşmaların hatta birazda yüksek seslerin bulunduğu bir karmaşanın tam ortası bırakıldım. Hem de nasıl özlemişken.
Hiç olmadığı kadar ağlamak geldi içimden. Çok çaresiz hissettim kendimi, nedenini hiç bilmezken.
Birde üzerine bir sürü hastalık ekleniverdi. Bağışıklığım bu kadar kuvvetliyken, ben o kadar hiç hasta olmazken, duygularımın karmaşıklığı, üzüntülerim, mutsuzluklarım bağışıklık sistemini de çökertiverdi. Evet o da darma duman. En ufak şeyden hasta olabiliyorum şimdi. Şuan bunu yazarken de oldukça hastayım mesela, lahana gibi kat katım. Üşüyorum, hemde çok.
Bu yazıyı neden yazdım? Onu da bilmiyorum. Öyle işte, içimden geldi diyelim.
Şimdi uyuycam biraz. Farkındayım saat henüz çok erken, ama dedim ya; hastayım ben.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Tiyatro boğaziçi..


Onları izleme fırsatı bulabildiğim için ciddi şanslıyım ben. Ya da Burak arkadaşım olduğu için falan. Sanırım ilk 2007 de izleme fırsatı bulmuştum onları, hayran kalmıştım hepsine. “Tiyatro Boğaziçi”



Geçen yıl her ne kadar istesem de hiç fırsatım olmadı gidip izlemeye.

Ama bu yıl acısını çıkardım. “ Moliere Efendi” ve “Selam Sana Shakspeare” iki oyunu da izledim. Tek kelimeyle muhteşemler.

En büyük tutkularımdandır zaten tiyatro. Bayılırım kendimi oyunun içine sokmaya, bende onlarla sahnedeymişim gibi hayal etmeye, o atmosfere dahil etmeye, o karakterlere bürünmeye.. Sanırım tiyatronun büyüsü de bu.

Ee bi de sahnedeki arkadaşın olunca izlemek ayrı bi güzel tabi. Gurur duyuyor insan, hoşuna gidiyor, mutlu oluyor. 



Moliere’i ilk Boğaziçinde izlemiştim, Shakspeare’i de Afife Jale de sanırım. Moliere bizim okulda da oynadı sonra, 2. kez sıkılmadan izledim. Hatta 3.’yü bile izleyebilirim. Abartı değil, o kadar iyiler. Çok çok iyiler.



Azıcık oyunlardan da bahsedeyim.

2 oyununda temposu muhteşem bir kere, gözünü kırpmadan izliyorsun, güldürücü, düşündürücü ve çok sürükleyici.. Oyuncuların enerjisi hiç bitmiyor, mest oluyorsun onları izlerken. Hayran gözlerle bakıyorsun hepsine. Aralarındaki iletişimde muhteşem, hiçbir kopukluk yok. İnanılmaz uyumlu hepsi. Ve zaman zaman bizlerin gözlerinin içine bakarak konuşmaları da çok etkileyiciydi doğrusu. En azından ben çok etkilendim.



Biz okuldaki oyun sonunda tatlı oyuncularla da tanıştık, hepsi birbirinden güzel, ve iyi niyetli insanlar. Gözlerinin içi gülüyor hepsinin. Ben çok sevdim onları, sanki hepsi çok uzun yıllardır tanıdığım insanlar gibi, çok samimiler, çok doğallar. Çok ben gibiler, biz gibiler. Ama bi gerçek var ki; hepsi bizden çok çok yetenekliler. Haklarını yememek lazım.



Lafın kısası herkesin mutlaka izlemesi gereken oyunlar “ Moliere Efendi” ve “Selam Sana Shakspeare” ve hatta Tiyatro Boğaziçinin tüm oyunlarını izlemeli herkes, takip etmeli. Bilmeli herkes bu yetenekleri, tanışmalı mutlaka.



Ciddi anlamda çok yetenekli olanlar var aralarında ve bu yetenekler kaybolup gitmemeli. Etrafta başarıyı o kadar hak etmeyen insanlar alkışlanırken, bu kadar hak edenler gümbürtüye gitmemeli. Bir şekilde fark edilmeli. 


 Oyunların detayına çok fazla girmek istemiyorum, belki bu yazıyı okuyan birkaç kişi merak eder ve izlemek ister. -ki böyle birşey olursa ben çok mutlu olurum. o yüzden sürpriz olsun. Ama olurda merak edip izleyen olursa, hem bu zamana kadar izlememiş olduğu için kendine kızacak, hemde bana onun bu güzel oyunlarla tanışmasında bir parça da olsa katkım olduğu için teşekkür edecek. biliyorum :) 

Sadece 1 video buldum oyunla ilgili,buradan bakabilirsiniz.



Bunlarda tatlı oyuncularımız, büyük yeteneklerimiz. 






19 Kasım 2010 Cuma

R.

Bazen de bütün fizik kurallarına rağmen yerçekimine karşı gelip uçabilmek, birine derinden duyduğun sarılma hissiyle başedebilmekten daha kolaydır... 


ne kadar güzel bir söz değil mi?

17 Kasım 2010 Çarşamba

arabada aşk başkadır.

uzun boylu erkek; canımsın.

marilyn monroe


jack daniels

istiyorumm!!

Ben bundan istiyorumm!! bu küvet, benim gibi sabah yataktan çıktığında değil de sadece duş aldığında uyanabilen biri için çok ideal. değil mi? baksanıza ama ne kadar da şirin.


Hayır hiç kıskanmadım! (yersen)

16 Kasım 2010 Salı

Kırmızı..

şimdi olsaydı güzel olabilirdi.

çok tatlısınız

Bu kadar tatlı çocuklarım olabilmesi için nasıl bi adam bulup evlenmeliyim acaba? :)









14 Kasım 2010 Pazar

Aslı

Kim ne derse desin, sende benim için çok önemlisin, çok değerlisin. Sen öteki aybikemsin. herşeyimi bilen, her şeyini bildiğimsin. Evet bazen kızdığım ama asla küs kalamadığımsın, hep çağırdığım, yanında hiç sıkılmadığım, ne olursa olsun hep yanımda olacak kişisin sen, 17 yıl önce çamurdan pasta yaptığım, saçmalamaların dibine vurduğumuz, sevimsiz lisemi çekilir kılan, her şeyi ilk duyan, turuncu örtümüzün sahibi :) ve hayatımın geri kalan resminde hep en yakınımda dolaşansın sen. eskiden diye başlayan tüm cümlelerimin en özel kelimesisin, bundan 30 yıl sonra bile ismini en çok telafuz edeceğim kişilerdensin. gözlerim kapalı sırtımı dayayabileceğim, koşulsuz güvenebileceğim öteki bensin sen.

evet ben hep senın yanında olucam, yine küsücem, yine kızıcam, yine pembe pijamalarımı giyip markete bensiz gitmenizi sağlıycam. Böylede üşeneceğim ben :)

Başını ağırtana kadar konuşucam, aybikem yeter diyene kadar en sevdiğim şarkıları dinleticem, sanat ödevimi yine sana yaptırıcam, sevdiğim her şeyi seninde sevmeni bekliycem, her ne kadar bencillik olsada! :) diil ama, neyse ;)

başını çevirdiğin her yerde olucam ben, gölgen gibi, biliyosun evlenince o evde benimde odam olucak! olucak yani, net.

kısacası çok uzun bi süre daha yanındayım, yanıbaşındayım. sen istesende, istemesende. yine sana anlatacak bi çok saçmalıklarım olacak, yine birilerine aşık olup sana koşacağım, yine herşeyi sana anlatacağım ve yine sen hep beni dinleyeceksin.

anla işte kızım ya, senin bensiz bir hayatın olamaz. sen elmanın öteki yarısısın. birileri bizi yiyene kadar beraberiz ;) unutma bunu. öperim. ;)

7 Kasım 2010 Pazar

sen olmadan

Şimdi biraz daha netleşiyor herşey;
22 yıl olmuş; 22 yıldır buradaymışım meğersem.
Minnacık bir nohut tanesi kadarken düşmüşüm anne karnına, 9 ay sabredip sonra güven yumağı kollara. Derken bebeklik, çocukluk takip etmiş. Zaman geçmiş ergen olmuşum, genç kız olmuşum, aşık olmuşum! Ya da olduğumu sanmışım. Büyümüşüm. Sen olmadan çok eğlenmişim halbuki. 22 yıllık yaşam serüvenimin içinde  nefesimi kesen kısacık 1 anmışsın belkide sadece.


Doğduğun günü bilmiyorum, yanında değildim. tarih çok net fakat
İlk adımların, anne deyişin, ilk maça gidişin, ilk kavgan..  çoğu ilkinde yanında değildim.
İlk öptüğün kız ben değilim, ilk elini tuttuğun ya da ilk ‘seni seviyorum’ dediğin.
Seni ilk aldatan da değilim, ilk terk eden de; son da olmayacağım, biliyorsun.
İlk kez benimle yemeğe çıkmadın, ilk kez benim yanımda uyumadın, saçımı ilk okşayan da değilsin, benim için ilk ağlayanda.. son da olmayacaksın; biliyorum.
Hayatıma ilk giren değilsin, sen her ne kadar son olmak istesende.. bunu zaman gösterecek..
Hayatımın en zor gününde sen yoktun; atlattım
En mutlu günümde sen yoktun; sevindim
Kararsızlıklarımda yoktun; tercihimi yapabildim

En ihtiyacım olduğumda yoktun? Neredeydin? Neden gelmedin?

Evet 12 ekimde de yoktun. Doğum günümde sensiz geçti, çok da güzel geçti. Büyüdüm ben artık, büyüdüm. Alıştım sensizliğe, kimsesizliğe, kendime yetmeye, yetebilmeye..
Ve şimdi seni istemiyorum; o kadar da yerin yokmuş sanırım bende; benimde sende..
22 yıl önce yoktun, şimdi de olamayabilirsin. Çok alıştırmadan kendine, daha üzmeden beni, kırmadan kalplerimizi git artık. 

31 Ekim 2010 Pazar

Pembe dünya, yok öyle birşey..

Düşünün şimdi. 2 katlı beyaz ahşap bir ev,  pembe panjurları olan bahçesinde rengarenk çiçekler, çeşit çeşit meyve ağaçları bulunan. içinde hep güzel insanların hep mutlu insanların yaşadığı. dert yok, üzüntü yok, ölüm yok, sıkıntı yok, tartışma yok, hatta internet bile yok. ne kadar gerçeklikten uzak oldu değil mi? ancak Türk filmlerinde rastlarız bu yaşantılara. gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan. asla gerçek olamayacak kadar yalan olan.
kimin yaşantısı böyle ki? hepimizin var mutlaka sıkıntıları; işle alakalı, aşkla alakalı, maddiyat, hastalık, ölüm, ailevi sorunlar vs. vs.. uzayıp gider böyle.

O yüzden inanmayın o pembe masallara, adı üzerinde 'masal'. hani çocukken annelerimizin bizi uyutmak için okudukları masallar. dinlerken uykuya daldığımız, kahramanların uçabildikleri, hayvanların konuşabildikleri, bir öpücüğe pamuk prensesin uyanabildiği türden masallar. keşke gerçek olabilse dediğimiz fakat bunun hiçbir türlü olabilitesinin olamayacağı sadece çocukluk yani saflık dönemimizde inandığımız cinsten olabilecek türler.

Düşünsene şimdi benim köpeğim benimle konuşacak, fareler kuşlar beni baloya yollamak için seferber olacak, balkabağından arabalar, atlardan şovalyeler yapılacak. jetgillerdeki gibi küçücük bir çanta tüm elektronik eşyalara dönüşecek. uçağım cebimde olacak, bir el şıklatışa arabam olacak. Richie rich kadar zengin olucam, tam öldüm derken yakışıklı prens gelip beni uyandıracak ve gözlerimi açıcam. tom&jerry gibi arkadaşlarım olacak.. haha komik di mi? aslında ne süper olur, düşünsene bi. off müthiş.

neyse canım, bayya saçmaladım. sonuca gelelim; pembe bir dünyada yaşamıyoruz, çoğumuzun pembe panjurlu bir evi dahi yok. gerçekler gözümüze gözümüze sokuluyor. istediğimiz herşey istemediğimiz zamanlarda istemediğimiz şekillerde çıkıyor karşımıza vs. vs.

mesela ben;  şimdi azcık ders çalışmam gerekiyo. bak bu da bi gerçek. pofff!

ps. bu yazıyı bi ara düzelticem, baya sallamasyon oldu. farkındayım.

28 Ekim 2010 Perşembe

Neden?

küçüklükten beri böyleyim; daima bir şeyler soran. hep soran hiçbir zaman sus/a/mayan. Ve bazı şeylere hiç cevap bulamıyorum, hep soruyorum neden? neden? neden?

Neden en lazım olacağı zaman telefon bozulur (bkz. şuan ben!)
Neden illaki acil mail atmam gerektiğinde mutlaka int. olmaz?
Tv. de mükemmel bir film varken neden elektrikler kesilir? ve sonrasında neden banyo yapamam?
Neden hiçbir şey en başındaki gibi güzel olmaz?
Neden ölüm var, ya da bunu kabul edersek neden bu kadar koşuşturma?
İnsan kaderini kendi çizermiş! (yalan) peki neden sevdiklerim ebediyen benimle değil? nerde çizdiğim kader?
Neden çok acil bir işim olduğunda hep trafiğe yakalanıyorum?
Neden istediğim herhangi birşey o an benim olamıyor?
Neden hep erken kalkmak zorundayım?
Neden güzel olan herşey hemen bitiveriyor?
Neden hep yaz değil?
Neden herkes eşit şartlara sahip değil?
Neden bu sorulara hiç cevap bulamıyorum?

24 Ekim 2010 Pazar

Böyle işte!

Değişik bir yerde yaşıyoruz biz.

hem sonuna kadar bizim, hemde hiç bizim olmayan. Binlerce insanın uğrunda kan döküp savaşarak bu ülkeyi kurduğu ama canı isteyenin tek başına satabildiği, sattığı.

Kimsenin kimseye saygısının olmadığı
600 lira ile insanların geçinmesini beklediğimiz, bırakın çocuğuna oyuncak almayı evine çoğu kez ekmek alamayan babaların yanı sıra bazı çocuklara! gemiler alıyor babaları. işte şanslı kesim diyorum ya.

Pizzacılar daha hızlı hizmet veriyor mesela ambulanslardan, çok daha çabuk geliyorlar. 
dedim ya değişik yer burası.

İstediğini söyleyemezsin,  düşünürsün ama söyleyemezsin. Söylersen abuk bahaneler bulur kapatıverirler bir yerlere. hani güçlüler ya.

herkes kendini büyük adam sanır buralarda, ama bilemezler en önemlisinin insan olmak gerektiğini, sadece insan.

Kaba kuvveti, laf kalabalığını maharifet sanarlar birde, susmanın büyüklüğüne erişememişlerdir ki, kızmamak gerekir o yüzden.

Atatürk'ü de anlamaz bunlar, onun gibi düşünemezler ki; kapasite meselesi.
Bilmezler onun bu ülke için yaptıklarını, bizim onu neden bu kadar çok sevdiğimizi. Bir çok şey için sonsuza dek ona minnettar olduğumuzu. Onun nasıl bir Kahraman olduğunu, Adam olduğunu, her şeyden önce İnsan olduğunu..

O yüzden adam diyebileceğimiz kişi sayısı azdır, çok az.

Bizler ileri dedikçe, onlar geri çekmeye çalışırlar bizi. zihniyet farklıdır.
çok tuhaf yer değil mi?
kim haklı kim haksız belli değildir çoğu kez. işlerine nasıl geliyorsa öyle davranırlar.

normal, olması gereken, hatta çok önceden olması gereken şeyleri henüz  yapıp anormal tepkiler vermemizi beklerler bir de, nasıl bir saçmalıktır belli değil.

ve hiçbir şey olmaz bunlara, gerçekten öyle, hiçbir şey olmaz.
maalesef olmaz.
nasıl bir bünyeyse artık!

İtalya

Evet şimdi de burayı görmek istiyorum, İtalya.. Ne kadar güzel değil mi? Merak ettiğim her yeri görebilsem keşke, yok ama kafama koydum; görücem burayı.



17 Ekim 2010 Pazar

yanlış zaman doğru insan, ya da doğru insan ama yanlış zaman..

çok klişe bi laf vardır; doğru zaman doğru insan. nası yalan belli değil. hiç görmedim ben, bi insanda yani doğru diye nitelendirebileceğim bir insanda o doğru zamanda karşımda belirsin. yok öyle bişi, net. yok!. ya yanlış zamanda doğru insan çıkıveriyor karşımıza -ki onu da zamanın yanlışlığına karıştırıp kaybediyoruz bir şekilde ya da doğru zaman dediğimiz an yanlış olan kişiler giriyor hayatımıza ve doğru olan her şeyi yanlışa çeviriyor büs bütün. mutlaka bir yerlerde bir yanlışlar oluyor. doğrular yanlışlar karışıveriyor birbirine. doğru-yanlış da bana göre soyut bir kavram ya, kime doğru neye yanlış? ya da sadece bende mi böyle oluyor, onu da bilemedim. doğru diye kabul ettiğim zamanlarda yanlışlar çevreliyor sanki hayatımı, herşey yanlış giderken de doğru olanı bile seçemiyorum sanki. sadece arkasından bakabiliyorum. hani gittikten, iş işten geçtikten sonra derler ya, işte o misal. doğru olduğunu biliyorum ama yanlışlarımdan kurtulup yanına gidemiyorum ya da yanlış olduğunu bilsem bile o an hayatımdaki tek doğru o olsun istiyorum ya da o olduğuna inandırılıyorum!  ya da ben baya baya inanmak istiyorum ve inanıp sonrasında üzülüyorum. evet doğru olan bu. hemde doğru zamanda doğru olan!

10 Ekim 2010 Pazar

12ekim

günüme saatler kala ayrı bir heyecanlıyım.. evet bu ay benim ayım, bu hafta benim haftam. 12 ekime tapıyorum, doğduğum güne hayranım, doğum günüme bayılıyorum.

tipik bi teraziyim aslında, her ne kadar denge burcu olsada dengesizin başı oluyorum bazen. kabul. huysuzluklarım, şımarıklıklarım, kararsızlığımdan tutunda her şeyin en iyisini istememe kadar gider bu böyle. burcumun özelliklerini taşıyorum. zor değilim aslında, kendimi iyi biliyorum tanıyorum.
oldum olası bayılırım doğum günü kutlamalarıma, sevinçten ağlayarak biter her doğum günümün gecesi.. sevdiklerimin, ailemin, dostlarımın yanımda olduğu sayısız doğum günü geçirdim. hiç bitmeyen mumlar üfledim, sayısız pastalar kesip, en güzel dilekleri diledim etrafımdaki o mükemmel insanlarla..

en güzel diye ayıramıyorum hiçbir doğum günümü. hepsi çok özeldi, hepsi çok ayrıydı. ama geçen yıl mesela, çok çok çok güzeldi, sanırım azcık farkla geçen yıl biraz daha özeldi. sebebini söylemiycem, yazmıycam ama o gece özeldi, çok güzeldi. en güzel 12 ekimlerden biriydi. daha güzelini yaşayacağımı varsayarak en güzeli demiyorum, daha güzeli de olucak, biliyorum. ama yine de çok çok güzeldi. bir teşekkürde geçen yıl 12 ekimi böyle özel kılanlara gelsin o zaman..

tam 23 oldum şimdi, iyice alıştım sanırım 20 li yaşlara.. ya da alışmak zorunda mı kaldım? neyse kurcalamayalım çok fazla. henüz yaşımı saklayacak kadar büyümedim ben, hala küçüğüm! (yersen).

hep derim; 23. yaşımın çok güzel geçeceğine dair yoğun hislerim var, ve buna inancım oldukça fazla. yaşayıp görücez bakalım. bu kızın 6. hissi ne kadar kuvvetliymiş.

10.10.10 bugün. günüm yine muhteşem geçecek, sayısız mum üfleyip, en sevdiklerimle yine gecenin son ışıklarına kadar eğleneceğim, sayısız pasta kesip, milyonlarca dilek dileyeceğim. etrafım sevgi çemberiyle donatılacak, güven yumağı içinde en güvendiğim kucaklarda sevinçten ağlayarak bitireceğim günümü.. en tatlı yanakları öpüp, en sevdiklerim gün boyu benimle olacak.  eskisi kadar sık olmasada doğum günüm hatrına sınırsız şımarma hakkı yine bende olacak :)
gün benim günüm 12 ekim en sevdiklerimle benim olacak. günüm şimdiden kutlu olsun.

4 Ekim 2010 Pazartesi

28.09-03.10

beni tanıyanlar bilir, bu anı ne kadar uzun zamandır bekliyordum. nasıl heyecanlıydım, nasıl hevesli, nasıl merak içerisindeydim. salı gecesi ilk misafirlerimiz geldi, birbirinden tatlı 4 ispanyol. çarşamba günüde diğerleri 4 macaristandan 6 da polonyadan geldiler. 14 kişilik sevimli grup + sam ve ben. beraber geçidiğimiz 5 gün içinde birbirimizi o kadar sevdik, o kadar alıştık ki.. o kadar bizden biri oldular ki.. tüm istanbulu gezdik, tabiri caizse istanbulun altını üstüne getirdik. çılgınlar gibi gezdik, deli gibi eğlendik.. sabah erkenden uyanıp, gece yarılarına kadar geçen 5 mükemmel gün. hepsine çok alıştık, çok çok sevdik.. şimdi sırada macaristan var, şubat sonu. ardından haziranda İspanya ve kasım da da polonya.
o tarihleri iple çekiyorum. zaman su gibi aksın, hemen ama hemen o tarihler gelsin. yine görüşelim, yine gezelim, yine yine yine eğlenelim. evet ben şimdiden çok fazla özledim onları, çok alıştım onlara. çok fazla sevdim, güvendim. aramızda değişik bir bağ oluştu hepsiyle. hepsi o kadar içten, o kadar şeker, o kadar tatlı ki.. küçük bir itiraf; ben en çok ispanyolları sevdim. hepsini çok sevdim ama onlar bir ayrı nedense.

bir an önce yeniden görüşeceğimiz tarih gelsin, bir an önce yanlarına gideyim. haa bu arada ben şimdi şu pasaport işimle bi uğraşmalıyım. ayrıca bişi daha var; o pasaport fotoğrafları nasıl bir iğrençliktir sorma. leş!

26 Eylül 2010 Pazar

19 Eylül 2010 Pazar

geliyorlar.

evett geliyorlar. sonunda geliyorlar. hani şu projemiz vardı ya; comenius. sonunda ilk proje toplantısı için Türkiye'ye geliyorlar. 28.09 salı günü 11 de Atatürk hava alanından karşılamaya gidicez onları. 4 ispanyol, 6 polonyalı 4 de macaristandan geliyor. acayip heyecanlıyım, onlara rehberlik yapmak için tanışmak için sabırsızlanıyorum, artık ayın 28'i olsun ama!! onlarda en az benim kadar heyecanlı, hepsi istanbulu gezmek için sabırsızlanıyor, heyecanlanıyor. 5 gün falan bizimleler. belki 2 tanesini falan bizim evde misafir edebilirim. çok net olmamakla birlikte var öyle bi planım :) önce bi gelsinler, sonra bakıcaz bişiler. her neyse, geldiklerinde her şeyi tüm detayıyla anlatıcam zaten. fotoğraflar falan.

birisi

biri vardır; sizi hiç üzmeyen, koşulsuz seven, güvenen, yapma dediğin hiçbir şeyi yapmayan, kendinden önce seni düşünen, seni senden daha çok seven, önemseyen, yanında olamadığı zamanlarda kendini suçlu hisseden, seni mutlu edebilmek için yapabildiği hatta yapamadığı şeyleri bile yapmaya çalışan, senin için değişen ama seni olduğu gibi kabul eden, değiştirmeyen. bildiği her şeyi sana öğreten, seni büyüten, canım diyen, canın olan, en önceliği olduğun, tüm hayallerinde senin de olduğun, sensiz bir hayat düşünemeyen, ne yaparsan yap kızmayan, %100 haksız olduğunda bile sırf seni kaybetmemek için tarafsızlığını kaybetmeyen, olayları hep tatlıya bağlayan, dünyanın en iyi insanı, meleği.. kısaca her şey olan. her şeyin olan. sen ve o artık tek kişi olan. işte o, 'o'.

15 Eylül 2010 Çarşamba

aslında, ama. yok yok.

aslında çok uzun zamandır yazmak istediğim bir şeydi bu. hep aklımda olan ama bir türlü yazma cesaretini kendimde bulamadığım. ama yinede en yazılası.. belki de hakkında yazılmayı en çok hak eden. şimdi tüm cesaretimle yazıyorum, sanırım şuan hazırım buna. ve eğer şimdi yazamazsam bir daha asla yazamam, biliyorum. kişi ya da obje değil bu. bir yer de değil, ya da bir olay. tamamıyla benim ruh halim, hissettiklerim, özlediklerim, hatırladıklarım, hiç unutmadıklarım ya da unutamadıklarım. görmek istediğim ama bir türlü göremediğim, özlediğim ama dokunamadığım, istediğim ama benim olamayanım. çok sevdiğim ama söyleyemediğim, sahip olduğum ama kaybettiğim. bıraktığım ama hep yanı başımda olmasını istediğim, üzdüğüm ama üzmeyi hiç istemediğim.. ya da terkettiğim ama onsuz olmayı hiç istemediğim.. yazmayı çok istediğim ama kelimelere sığdıramadığım. türkçemin yetersiz kaldığı bildiğim tüm kelimelerin anlamsızlaştığı, gördüğüm her şeyden daha güzel ve anlatamadığım kadar hatta hiçbir zaman anlatamayacağım özel 'o'. (yok, hayır kişi değil bu)

bazen böyle hissediyor insan. kötü oluyor. bir de hepsi üst üste gelirse, çok fena. net, kötü. yinede anlatamıyorum. anlatabilirim ama kendimi tutuyorum şuan. yapmadığım bir şey bu, yapamadığım. hissettiğim her şeyi hemen söylerim. içimde tutamam asla. ama şuan kişiliğimle ters düşüyorum. onuda şaşırtıyorum, farkındayım. ama susacağım. anlatamayacağım daha fazla. yazamayacağım. evet gurur duydum kendimle. hayran kaldım kendime. ve susuyorum. belki sonra, ama şimdi değil. hiç değil.

12 Eylül 2010 Pazar

kupaya 1 kala. türkiye, türkiye, türkiye..


Kim ne derse desin, basketbol futboldan çok daha keyifli. ben mest oluyorum izlerken, kendimden geçiyorum. Basketbolda son saniyeye hatta son saliseye kadar kazandık diyemezsiniz. kazanan son salise dolmadan belli değildir çoğu zaman. şaşırtır sizi, ağlatır, tüylerin diken diken olur izlerken, adrenalin miktarın artar, hop oturur hop kalkarsın hatta çoğu kez yerinde duramazsın, kalbin duracakmış gibi gelir, nefesin kesilir. her saniye saatler kadar önem taşır basketbolda. o sahada bende olsaydım diye delirirsin, yenince sevinçten ağlarsın.. heyecanın kralını yaşatır sana, her saniyenin önemini dank ettirir kafana. basketbol yaşam biçimidir, alıştın mı bırakamazsın, çok fena alışkanlık yapar. mutlaka seversin, taparsın hatta. değişiktir, tarifi zor, eşi benzeri yoktur. yoksa siz bu duyguları futbolda yaşayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? yok öyle bişiy, kandırmayın hiç kendinizi.

biraz önce 12 dev adamımızla gurur duyduk, o kadar zor olan bir şeyi başardılar ki. tarihte bir ilk bu. oynadığımız diğer maçları baz alırsak çokta olağanüstü oynamadık ama kazanan bizdi. önemli olanda bu zaten. tam maç bitiyor derken 4.05 saniye kala yeniliyorken Kerem Tunçeri'den o muhteşem basket geldi. 0.5 saliseye galip girdik ama Semih Erden'in o bloğunu unutmak ne mümkün. büyüksünüz. finaldeyiz yaa finaldee. daha ötesi var mı? finalin adı Türkiye. Şimdi yarın gece ABD yi yenicez. evet yenicez. o kupa bize gelicek, bizim olucak. hani diyorlar ya; Bu Türkler çok oluyorlar. işte biz asıl yarın gece çok olucaz. evet başarı bizde alışkanlık yaptı. 12 dev adamımıza güveniyoruz, her koşulda arkalarındayız. yarın gece o kupayla sarhoş olucaz, kendimizden geçicez, sabaha kadar zaferimizi kutluycaz.  iyi ki var -lar, iyi ki var -lar.. seviyoruz sizi tatlı dev adamlar..

*Ben basketbol oynadığım günleri çok özledim, onlar sahadayken o kadar kıskanıyorum ki onları. ahh eski günler.
*"Cenk Akyol" evet çok yakışıklı :)
*Basketbol kesinlikle futboldan daha keyifli
*12 dev adam sizinle gurur duyuyoruz.
*Biz o kupayı alıcaz, net

9 Eylül 2010 Perşembe

p. s. i love you




ben bu filme bayılıyorum. evet en son dün akşam izledim, kaçıncı izleyişim hatırlamıyorum ama her izlediğimde ağlayabilme gibi bir özelliğim var benim. Gerard Butler zaten bana göre tüm zamanların en yakışıklı adamı. oyunculuğunada laf yok. sonuç itibariyle muhteşem bir aşk filmi.

ps. evet hepimiz böyle bir aşk yaşayalım, ama sonsuz olsun.. hep yanımda olsun.

12 Dev Adam

öyle işte

bazen hak edene hak ettiğinden çok daha az değer veriyoruz ya da hiç hak etmeyeni çok daha önemsiyoruz. bu hiç adil değil aslında. farkındayım bazen bunu bende yapıyorum. yakın bir zamanda yine oldu. üzülmeyi hiç hak etmeyen hatta dünyanın en iyi insanlarından biri diyebileceğim birini üzdüm. ve onu üzdüğüm için bende çok üzüldüm. ve öyle bir şey ki o bu yaptığım karşısında yine kızmadı, o benim üzülmemi istemediği için benim onu üzdüğüm gibi üzmedi beni. belki bana kızsa ya da kızgınlığını üzüntüsünü dile getirmiş olsa bende bu kadar kötü hissetmezdim ama ağzından beni kıracak tek bir kelime dahi çıkmadı. o kadar olgun ki.. o kadar iyi ki..

senden çok özür dilerim. seni üzmeyi hiç istemedim ben. barıştık, değil mi?

8 Eylül 2010 Çarşamba

objektifimden..



Benim objektifimden Tarkan..


      









07.09.10 tarkan




28.08-07.09

aslında hiçbir sanatçıya hayranlık durumum yoktur, sempatik gelir bazıları.. ama oldum olası konserleri severim. eğlencedir benim için, rahatlıktır, gizlenen türlü duyguların en rahat biçimde ortaya çıkış biçimidir, keyftir, sesin kısılana dek şarkı söylemektir, ayaklarının altı ağırıncaya kadar tepinmektir, özgürce dans edebilmek, kendini serbest bırakabilmektir. benim en büyük eğlencelerimdendir. beni tanıyan tanır, bilen bilir; kenan doğulu konserlerini nasıl kaçırmam. her yaz nasıl kuruçeşmede yerimi alırım :) bu sene biraz değişik oldu. babamla beraber tarkanın konserine gitmeye niyetlendik, önce baya isteksizdim. bana göre gereksizdi tarkan konseri, lüzum yoktu. ama babam bayyaa kararıydı ve akabinde bilet olayını halletti geldi. sonra ne mi oldu? konser günü hatta konsere saatler kala gelmekten vazgeçti sevgili babacım! bizde nec, mer ve ben üç kız çıktık yola, doğru harbiye açık hava tiyatrosunaa.. 21.45 de çıkması gereken sevgili sanatçımız 22.10 gibi nihayet belirdi sahnede. ben baya suratsızım tabi o dakikalar 'nerde bu adam, neden yok vs.' diye söyleniyorum. 'acımıycak' adlı benim taptığım şarkıyla başlıyor konser ve ben adeta mest oluyorum, suratsız aybikemden eser kalmıyor haliyle. deli gibi oynayıp boğazımız acıyana kadar şarkılara eşlik ediyoruz. yeni albüm 10 numara, zaten eski  şarkılarına diyecek birşey bulamıyorum. istemeyerek geldiğim konser hayatımın en güzel gecelerinden biri oluyor o sırada. bu konser 28.08 konseri. tadından yenilmiyor tarkan, ahh!! o kadar harika. ardından öğreniyoruz ki; 07.09 da bir konser daha. ne olduğunu anlamadığımız bir şekilde akşamki konserin biletleri avcumda beliriyor :) hazırlanıp yine yola koyulmaca. evet ben her konser sonrası tarkana aşık olma yolunda ilerliyorum. kim ne derse desin adam star. tartışmasız star. o sahnede devleşiyor adeta. 5000 kapasitelik mekan 6500 kişi ile 8 gün full çekiyor. bu çok büyük bir başarı aslında. alkışlar tarkan'ımıza..

bi kere adamın sahnesi olağanüstü, oraya çok yakışıyor. duruşu, bakışı, konuşmaları, hali, tavrı.. benden tam not alıyor, net yani.

sonra ben hayatımda hem bu kadar kıvrak ve seksi dans edebilen ama aynı zamanda erkeksi tavırlarıyla insanı kendine hayran bıraktıran bir başka insan türüne rastlamadım. adam çokk seksi.. dans etmek bir erkeğe ancak bu kadar yakışabilir.

o dans ederken, insan kendini sahneye atıp ona sarılmak hatta öpmek istiyor. evet ben konser boyunca bu fikirle dolaştım :) itiraf.

insanlarla iletişimi çok iyi, konser boyunca gerek bakışı gerek poz verişi ya da size öpücük atıp göz kırpmasıyla sizi kendinize önemli hissettiriyor ve oradan mutlu ayrılıyorsunuz. hani bana dün gece öpücük attı yaa, o yüzden yani :)

ayrıca tam bir ana kuzusu :) çok tatlıydı anne-oğul arasındaki diyaloglar

sonuç olarak; adam türkiyenin tartışmasız starı, üzerine kimseyi tanımam. hakkında kim ne derse desin, kulaklarım tıkalı, ben onu seviyorum. ayrıca çoook yakışıklıda :)

necc, aslı ve benim içinde tarkan'ın da olduğu çok güzel planlarımız var aslında ama sanırım buraya yazmam pek doğru olmaz.

bu arada seneye tekrar yerimizi alıcaz konserlerde ve her ne olursa olsun o adamı öpücem. kafaya koydum bunu :) beni bilirsiniz dediğimi yaparım. yapıcam bunu, ahhh o seksi adamı 1 kez bile olsa öpücemmm..

sanırım seneye yaza görüşmek üzere..

3 Eylül 2010 Cuma

eylül..

eylül gelmis hoş gelmiş.. yine sonbahar gelmiş; eylül ekimin habercisiymiş.. ekimde aybikem'in d. günüymüş :)

fazlaca sıcak geçen yazın ardından üşümeyi özlemişiz sanki! çok değil, az. bana kalsa 12 ay yaz olabilir, hiç şikayet etmem deee... birazcık fazla sıcak oldu sanki. o yüzden eylülün gelişi güzel oldu. geceleri battaniyesiz uyuyamıyorum artık, ya da bahçede hırkasız. sahil soğuk esiyor, uzun bişiler şart. ellerim zaten yaz-kış soğuk benim, ona alıştım artık. bir çiftte üşüyen ayak eklendi tabi. yumuşacık terlikler mutlaka ayaklarda.

o zaman tekrar hoş geldin eylül.. iyi ki geldin..

ps. ellerim ve ayaklarım şuan buzz gibii. hatta burnum bile.
      ama üzerimde hırkam varr, gerçekten varr..

28 Ağustos 2010 Cumartesi

12 Ağustos 2010 Perşembe

katlanmak

'mecburiyet denen hadisenin sabir zorlayici bir getirisidir. bazi kisilere, bazen de bazi olaylara ve bunlarin varligina dayanabilmek, kaldirabilmek anlamina gelir. ses cikarmak birseyler yapmak buna bir son vermek istersiniz ama maalesef engeller vardir gerçekleşmez  bu istekleriniz. bazen bu hayat bile olabilir, bazen de sadece sevgiliden ayri gecen her saniyedir.' kelime anlamı budur aslında. aslına bakılırsa da antipatik bir kelimedir, sevilmez. zorakilik vardır, mecburi bir durum söz konusudur. yapmak istemediğin herhangi bir olay, durum ya da kişiye bir şeylerden ötürü tahammül söz konusudur. -ki bu yüzden sevilmez.  düşündüm mesela, ben nelere katlanmak zorundayım. hangi durumlara, olaylara, vs. herkesin mutlaka sevmediği bir akrabası vardır, ailevi sorumluluklardan, kan bağından ve gereklilikten ötürü mecburdur ona katlanmaya. bizde de var öyle biri, hiç haz etmediğim; tanıdığım en gereksiz insan, yüzünü bile görmek istemediğim ama zaman zaman kapımızı çalan ve mutlaka güler yüz göstermeye mecbur kılındığım ve o çirkin ses tonunu dinleme eziyetine maruz kaldığım. ya da işlerimiz; sevmediğimiz yöneticiler, iş arkadaşları.. ya da en yakınımızın kız-erkek arkadaşları. mutlaka hepimiz şöyle demişizdir 'şuna var ya sırf senin yüzünden katlanıyorum, arada sen olmasan yüzüne bakmam' demedik mi bunu? dedik, en azından ben dedim. birileri yüzünden birilerine katlanmak kötü, çirkin. yapmacık oluyorsun, kendin olmuyorsun ki. belki birileri yüzünden bana katlananlar da vardır, olamaz mı? olabilir. öyle işte, aklıma geldi birden. katlanılmayacak durumları, olayları ya da kişileri neden çekmek zorunda bırakıldığımız. aslına bakılırsa buraya yazmıyorum ama benim katlanamadığım çokk şey var. şimdi burada isim verip kimseleri deşifre etmem ama, katlanamıyorum ki napiim. zorla mı? değil. değil işte. 

4 Ağustos 2010 Çarşamba

kızlar prenses olur, erkekler kahraman.

Hayatımızda hep kahramandır birileri. kızların ilk kahramanı genelde babaları olur. evet babaları; aşık olurlar ona, hayran olurlar, kimseyle paylaşamazlar.. özeldir babalar ve kızlar arasındaki o sevgi. anlatmayla olmaz ki, yaşamak lazım. benim ilk kahramanım babam. sonra çeşitli karakterler girer hayatımıza, tv de görüp hayal gücümüzle güçlüleştirdiğimiz ölümsüzleştirdiğimiz, en tepeye yerleştirdiğimiz kahramanlarımız. Kızlara has bi özellik sanırım bu; illaki birilerini kahraman ilan edicez kendimize, kahramanımız olucak birileri.. sonra biraz daha büyüdüğümüzde erkeklerin sadece saçmızı çekmekten ibaret olmadığını anladığımız gün, birşeyler hissetmeye başladığımız gün, kalbimizi kıpır kıpır eden, midemizde kelebekler uçuşturan, heyecanın kralını yaşatan adamlar olur kahramanlarımız. Güveniriz, severiz, güçlüdür o, dünyadır o, dünyamızdır, her şeydir o! herşey midir ya da?! kahramanımızdır o. aslında onu var eden biziz. ona kahraman ünvanını ekleyen bizizdir, yani o kahramanı biz yaratmışızdır bir şekilde. ama hep erkektir. kahraman olucaksan erkek doğucaksın yani, net. kızlar prenses olur, erkekler kahraman. bu hep böyle.

DESTEK OL!

DESTEK OL!

3 Ağustos 2010 Salı

Murphy..


Genel Kurallar

  1. Bir şeyin ters gitme olasılığı varsa, ters gidecektir.
  2. Bir şeyin birkaç şekilde ters gitme olasılığı varsa, hep en kötü sonuç doğuracak şekilde ters gidecektir.
  3. Bir şeyin ters gidebileceği olasılıkları engelleseniz bile, anında yeni bir olasılık ortaya çıkacaktır.
  4. Bir şeyin olma olasılığı, istenme olasılığı ile ters orantılıdır.
  5. Er ya da geç olası en kötü koşullar zincirlemesi vuku bulacaktır.
  6. Ne zaman bir şeyden vazgeçseniz, vazgeçtiğiniz o şey size geri gelir.
  7. Olmuyorsa zorlayın, kırılırsa zaten değişmesi gerekirdi.
  8. Ne kadar beklersen bekle istenmediği zaman gelecektir...

Örnekler 

  • Yere düşen her şey ulaşılması en zor köşeye yuvarlanır.
  • Ne zaman arabamı yıkasam yağmur yağar, yağmur yağacağı için arabamı yıkamadığımda yağmur yağmaz.
  • Reçelli ekmek ne zaman yere düşse reçelli kısmı hep yere gelir.
  • Özür dilemek, izin almaktan daha kolaydır.
  • Uyuyan bir bebek, anne babası uykuya dalınca uyanır.
  • Bir şey tamir ederken elin tamamen yağlandığında burnun kaşınır.
  • İnsanların seni seyretme olasılığı düştüğün komik durum ile doğru orantılıdır.
  • Yanlış numara çevirdiğinde çevrilen numara kesinlikle meşgul değildir.
  • Patronuna lastiğin patladığı için geç kaldığını söylediğinde ertesi gün lastiğin gerçekten patlar.
  • Gırgır geçmeye başladığın anda patron kapıda görünür.
  • Sıkışık trafikte şerit değiştirdiğinde, terk ettiğin şerit daha hızlı akmaya başlar.
  • Duşa girip ıslandığında telefon çalar.
  • Birileri ile karşılaşma ihtimalin, görünmek istemediğin zaman en üst düzeydedir.
  • Bir makinenin çalışmadığını ispat etmen gerektiğinde kesin çalışır.
  • Kaşıntının şiddeti ulaşma zorluğun ile doğru orantılıdır.
  • Sinemada sıranın ortasında oturanlar salona en son girerler.
  • Ayağınıza tam oturan bir ayakkabı kesinlikle mağazadaki ayakkabıların en çirkinidir.
  • Herhangi bir şeyi beğendiğinizde derhal üretimden kaldırılır.
  • Bir şeye ulaşmak istediğinizde ve ulaşamayıp umudunuzu kestiğiniz anda, bir yerden bir şekilde size gelir.
  • İşler yolunda gittiği zaman mutlaka bir terslik vardır.
  • Aradığınız şeyi baktığınız en son yerde bulursunuz. (Aranılan bir şey birkaç yere bakılarak bulunur ve bulma eylemi zaten en son bakılan yerde gerçekleşir.)
  • Herhangi bir bilgide sayılar çok doğru gözüküyorsa boşuna kontrol etmeyin, yanlıştırlar.
  • Bir teklifin gerçek olması güvenilir olmasını gerektirmediği gibi, güvenilir bir teklifin de gerçek olması gerekmez.
  • Telefon çalmasını beklediğin süreler boyunca çalmayacak, ancak başından ayrılıp başka bir işle meşgul olduğun anda çalıp seni bölecektir.
  • Siz sınavlara istediğiniz kadar çalışın, sonunda her zaman çalışmadığınız bir yerden çıkacaktır!
  • Ne zaman sınavlara çalışacak olsanız uykunuz gelir, sınavdan sonra uykunuz açılır.
  • Dakikalarca beklediğin otobüs sen tam sigara yaktığında gelecektir.
  • Sigara dumanı her zaman sigara içmeyen kişiye doğru gelir.
  • Barda sana yanaşan kız barın en çirkin kızıdır.
  • Ne zaman kürdanı elinden atsan, dişinin arasında bir şeylerin kaldığını farkedersin.
  • Senin beklediğin ATM sırası herzaman yavaş ilerler.
  • Ne zaman merdivenleri çıkmaya başlasan hep çişinin geldiğini farkedersin.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Rodin Alper Bingöl..

http://www.dusunenadam.org/  mutlaka takip edilesi, yazılan herşey çok okunası. benden söylemesi; bilin bu adamı, okuyun mutlaka. tamam okumazsanız çok birşey kaybetmezsiniz tabi ama, okursanız çok şey kazanacağınız kesin. iyi hissettiriyor bir kere, ruhunu okşuyor insanın, gülümsetiyor bazen, ya da özletiyor. türlü ruh halleri içine sokuyor ansızın. hiç sırası değilken sırası olmayan olaylar canlanıyor gözünüzde, unuttuğunuz resimler aklınızda, anlar daha da anlamlaşıyor sanki. kısaca okuyun; zaman kaybı falan değil kesinlikle. çok okunası ve mutlaka takip edilesi bir blog.

şimdi benim okurken çok keyif aldığım bir yazıyı paylaşıyorum. Rodin Alper imzasıyla..

Küçükten büyüyen mutluluklar..

hayal kurmak, hayallere inanmak, olursaları düşünmek.

bir yaz gecesi sessiz bu kumsalda oturup gökyüzünü izleyip hayallere dalmak.

yorgun gecenin sonunda sevgiliye sarııp uyumak.
metroya tam kapılar kapanırken binmek.

otobüste oturacak yer bulmak ve inene kadar kalkmamak.

annenin hiç sebep yokken gelip öpmesi.

araba kullanırken tam trafikten sıkılmış radyo kanallarını gezerken çok sevdiğiniz parçanın çalması.

arabadan elini dışarı çıkartıp rüzgarı hissetmek.

kar yagarken agzınızı açıp kar tanesi yakalamak.

küçücük bir bebegin gülümsemesi… parmagınızı sımsıkı tutması.

sizin için çok önemli olan kaybettiğinizi sandığınız bir eşyanızı bir süreden sonra tesadüfen alakasız bir yerde buluvermek.

ufak bi kelebeği uçarken seyretmek ya da uzun karınca yolunu takip yuvalarını bulup onları izlemek.

omzundaki muhabbet kuşunun gelip sana öpücük vermesi.

uzun bi süre sonra eve döndüğünüzde o akşam annenizin en sevdiğiniz yemeği pişirmiş olması

sabahları aşık olduğunuz birisi tarafından uyandırılmak, güne o güzel sesi duyup, gözü görüp başlamak.

kötü geçtiğini düşündüğün bir sınavdan kötü bi not almamak, kalmayı beklediğiniz bi dersten geçmek, sınıfta kimsenin cevap veremediği bi soruyu yanıtlamak.

kolayı dışarıda zannederken buzdolabından çıkması.

yaz ortasında buz gibi bir karpuz dilimi, yanında beyaz peynir.

vücudunuzdan su gibi terler boşalırken buz gibi bir havuza atlamak.

sabah uyandığınızda güneşin yüzünüze vurması.

yanında olmasalarsa ailenin olduğunu bilmek.

akşam iş dönüşü otobanda şans eseri trafik olmaması.

nokia’da yılan oynarken high score yapmak.

son saniyelerde vapura yetişmek… “dur kapatma” diyerek koşturarak vapura binmek.

hiç bilmediğin bir şehirde sabahlara kadar sokaklarda gözgöze dizdize çakır keyif dolaşmak, sahilde gün doğuşunu izlemek.

dişleri fırçaladıktan sonra diş üzerinde oluşan kayganlık hissi, arkasından içilen buz gibi su.

sevdiğin bir insanla mutfağa girip birlikte yemek yapmak, onu ellerinle beslemek.

yemek hazırlanırken ekmek banmak.

son paranı senden daha fazla ihtiyacı olan birisine vermek.

yeni yagmış kar üzerine ilk basan olmak, “kırttt, kırttt” seslerini duymak.

yatakta sevişmeden gözgöze geçen saatlerde yapılan sohbetler, arkasından sevişip sızmak.

yeni bir bilgi öğrenmek, yeni yerler keşfetmek.

kışın buz gibi  yataga giren sevgilinin ayaklarını ısıtmak.

kendi evinin olması, evini temizlemek, aldığın bitkilerin büyüdüğünü görmek, temizlik sonrası olan misss gibi kokuyu çekip bir sigara yakmak.

sevgiliye uzun süre sarılıp yanından ayrıldıktan bir süre sonra kokusunun üstünüze sindiğini farketmek.

çalışmadığınız için kalacağınız sınavda kopya çekip, yakalanmadan dersten geçmek.

sigaram bitti derken yeni bir paket bulmak.

gözleriyle gülümseyen birisiyle saatler geçirmek, yüzündeki aptal tebessümü geçirememek, utanmak.

gözlerin kapanırken flört edip msn başında sabahlamak, konuştukça yüzünde tebessümler oluşması.

sabah güneşi görüp, alarmı kapatıp uykuya daldım korkusuyla saate bakıp daha erken olduğunu öğrenip geri uykuya dalmak.

vapurda dışarı oturup rüzgarı hissederek vapurun arkasındaki dalgaları izlemek.

dişin arasına kaçan çekirdek kabuğunun çıktığı an.

başaramayacağın düşünülen birşeyleri başarmak.

film izlerken sevgilinin yorgunluktan kucağında uyuya kalması ya da kalmak.

boşboş oturup anlamsızca tv izlemek.

merdivenleri 3 er 5 er çıkmak.

yıkanmış çamaşırlardan yayılan yumuşatıcı kokusu.

1 tanede olsa güvendiğin bir insanın hayatında olması, inanmak, güvenmek, sevmek.

30 Temmuz 2010 Cuma

dengesiz ben!

bazen çok kızıyorum; herkese, her şeye, duruma, olaya, hayata, dünyaya, sevdiklerime, sevmediklerime, hatta hiç tanımadıklarıma.
sonra durup düşünüyorum bazen; 'neden' diye. neden kızıyorum? cevap belli aslında 'bir şekilde üzülen oluyorum' üzüyorlar beni. sonra bu kez kendime kızıyorum yine; 'neden beni üzmelerine izin verdin' diye. sonra tekrar düşündüğümde benimde üzdüğüm bir çok insan olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalıyorum ve bu kez de onları neden üzdüm diye kızıyorum kendime. bu karmaşık döngü uzunca bir süre devam ediyor; sorular, cevaplar, nedenler, niçinler, ama'lar, verilen sözler, tutulamayan sözler, yalan gerçekler, gerçek yalanlar..
değişik bir kaos hali. içinden çıkılamayacak bir hal alıyor ister istemez.
ve tam o sırada 'hayat' diye bir ses geliyor bir yerlerden..
hayatın kendisi zaten bu; üzüleceğim, üzeceğim, kızacağım, seveceğim ya da nefret edeceğim. türlü türlü ruh halleri yaşayacağım, yaşatacağım, yaşayacağız..
gerçek bu çünkü. ben yaşadıkça, sen yaşadıkça, o yaşadıkça, hayat devam ettiği sürece olacak bunlar.
hoşuma gitse de gitmese de. sevsem de sevmesem de, istesem de istemesem de.
hayat bizim onu salladığımız kadar sallamıyor belki de bizi, onu dikkate aldığımız kadar önemsemiyordur belki de. belki de basit bir sims oyunundan ibaretizdir onun için, gülüp geçiyordur.
olamaz mı, olabilir bence. ama olmayabilir de!..

hoş geliyosuz, iyi ki geliyosunuz..

Hani hep çok kızdığım zaman var ya, yani aslında suçlusu o değil de üstlenen hep oluyor. Mecburi bir durum aslında. Ya da sığındığım bahanem. Evet bu çok daha doğru bir tanım sanırım; en iyi bahanem. Şimdilerde ise iyi bir arkadaşım oldu kendileri. 'zaman her şeyin ilacıdır' derler ve ben hep bu söze karşı duran taraf olurdum. İnanmazdım, saçma gelirdi ya da. Bana göre zaman unutturmazdı hiçbir şeyi, düzeltmezdi; hatta daha da batırırdı. Sevmezdim, hiç hem de.
Fakat şimdilerde bende katılıyorum, zamanla düzeliyor bir şeyler. Belki o olgunluğa erişmekle alakalı bir durum, belki de zaman gerçekten unutturuyor bazılarını. Bir zamanlar aklımdan çıkamayanlar şimdi gülüp geçtiklerim. Yani takıntıdan öte değiller –miş. Komik geliyor bir şekilde. Zaman ilaç oldu sanırım, zamanla geçti.
 Şimdi çok farklı hedeflerim var hayat adına; daha gerçekçi. 5 yıl sonra geri dönüp baktığımda pişman olmayacağım, hatta iyi ki yapmışım diyeceğim türden.
Ve öyle ki bunları düşünmek bile mutlu olmama yetiyor şuan. İnsanın hep bir hedefi olmalı, bir şeyler için çabalamalı, çırpınmalı, istemeli.. sen biraz çabalarsan eğer gerçekten istersen onlar oluyor zaten, yeter ki istemeyi bil. İstediğin şeye hayatında yer aç. Seni karşılayabilirim de, buna gerçekten inan ve o sana gelsin. Ve ben hayatımdan bir sürü şeyi çıkardım şuan; ailem ve dostlarım dışında. Kocaman yer açtım hayallerime. O kadar büyük ki, kollarım açık onları bekliyorum. Hepsinin yerleri hazır ve hepsi bana gelmek için can atıyor. Farkındayım, çünkü çok istiyorum ve onlarda bu kadar istenildiklerini bildikleri için benim olma yolunda çabalıyorlar, görüyorum.
Mutluyum, heyecanlıyım, hevesliyim, istekliyim..
O halde yeni hayatıma hepiniz hoş geliyorsunuz, iyi ki geliyorsunuz.. 

ÇAĞRIŞIMLAR

ÇAĞRIŞIMLAR

Çok küçük bir yalanı
Çok büyük bir orantıda
Dinlediniz mi?

Çok büyük bir yalanı
Çok yalın bir doğrultuda
Söylediniz mi?

Gecikmiş bir gizlemi,
Birikmiş bir özlemi
Sakladınız mı?

Gelmeyecek bir gideni,
Olmayacak bir nedeni
Beklediniz mi?

Bir gerçeği erken,
Bir açlığı tokken
Anladınız mı?

Hep mi hep ölecekmiş gibi,
Hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
Yaşadınız mı?

Yalanı sürmeye sürmeye,
Yanlışı görmeye görmeye
Saklandınız mı?

Doğruluğun yönünde,
Doğruların önünde
Aklandınız mı?

Ortamsız bir yaşamda,
Yaşamsız bir ortamda
Harcandınız mı?

Özdemir Asaf