29 Mart 2010 Pazartesi

Küçük Prens


Kesinlikle herkes okumalı..
Şimdi size Küçük Prens’ten bahsedeceğim. B 612′de yaşayan, gülünü çok seven, her sabah gezegenindeki sönmüş ve sönmemiş volkanlarını temizleyen, uçuşan atkılı Küçük Prens’ten…
Antoine De Saint Exupery’nin yazdığı ve mutlaka okunması  gereken bir baş ucu kitabı Küçük Prens.
Fransız ve dünya edebiyatının en değerli kitaplarından biri olan, içinde bir hayat felsefesi barındıran bu kitap her ne kadar bir çocuk kitabı gibi görünse de aldanmayın. Onu en iyi tanımı “tür dışı” olmalıdır. Rivayete göre yazar kitabı ilk başta oldukça kalın bir roman olarak yazmış ama daha sonra kitabı kısaltmış ve sadeleştirmiş. Bu haliyle Küçük Prens’i okumak kolaydır ama etkisinden kurtulmak için ömür yetmeyebilir.Kitapta bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası anlatılıyor. Sahra Çölüne düşen pilot Küçük Prensle karşılaşır ve daha sonra Küçük Prensin kendi gezegeni, gezdiği diğer gezegenler ve gülünün hikayesini okuruz.
Fransız yazar Antoine De Saint-Exupery’nin tüm dünya çocuklarına armağanıdır bu eser. Yazar, ithaf kısmında eserini büyük birine adamış olduğu için, çocuklardan özür diler. Ancak, daha sonra bu adayışını düzelterek eseri, aynı kişinin çocukluğundaki haline ithaf eder. Belki de bu, eserin sadece çocuklar için değil, çocukluğunu içinde bir yerlerde koruyan yetişkinler için de bir başucu kitabı olmasına dair bir öngörüdür. Eser, yazıldığı 1946 yılından beri birçok dile çevrilmiş, okunmuş ve sevilmiştir. 

Çocukluğunda, okuduğu bir kitaptan esinlenerek resimler çizen, ancak büyüklerin resimlerini anlayıp takdir etmemesi sonucu pilot olmaya karar veren anlatıcı, yine uçağıyla bir yolculuktadır. Uçağıyla bir çölün üzerinden geçerken, uçağının arızalanması sonucu ıssız gölün ortasına iniş yapmak zorunda kalır. Etrafta canlılık eseri yoktur ve pilotumuzun canı fena halde sıkkındır. 

İşte tam burada girer küçük prens
 pilotun hayatına. Aralarında garip diyaloglar başlar. Pilot Küçük Prens’e buraya nasıl geldiğini, kim olduğunu sorar. Fakat küçük prens daha meraklıdır ve soruları umursamadan kendisi sorular sormaya başlar. Pilottan kendisine koyun çizmesini ister ve pilotun çizdiği hiçbir koyunu beğenmez. Zaten yeterince bunalmış olan pilot, en sonunda üzerinde delikler olan bir kutu çizer ve “işte koyunun bunun içinde” diye kestirip atar. Ancak küçük prens bu resimden çok hoşlanır ve aradığı koyunun bu olduğunu söyler.Pilotla aralarında bir dostluk başlar. Küçük Prens çok küçük bir gezegende yaşamaktadır. Gezegeninde minicik yanardağlar bile vardır. Küçük prens, onların etrafını düzenli olarak süpürmekte ve gezegenden ayrılması gerektiğinde üzerlerini birer koniyle kapamaktadır.  Çünkü onun gezegeninde bitkiler ve çiçekler de vardır ve herkes bir arada yaşayabilmeli, kimse kimseyi rahatsız etmeden kendisi olabilmelidir. Küçük Prens’in gezegeninde, tohumu çok uzaklardan geldiği belli bir çiçek açar bir gün. Küçük Prens çiçekle konuşmaya başlar ve konuştukça çiçeğin çok kolay bir çiçek olmadığını, nazlı, kaprisli, zor beğenen bir çiçek olduğunu anlamaya başlar. Bununla birlikte çiçeğe büyük bir özen gösterir ve onu korur. Kendini ifade etmekte zorlanır. Çiçeğin kırıcı tutumundan incinir ve kendini iyi hissetmek için gezegenden bir süreliğine uzaklaşarak bir seyahate çıkmaya karar verir. Ve hikayemiz bu şekilde devam eder.Açıkçası kitapla ilgili söylenebilecek çok fazla şey yok, mutlaka alın ve okuyun derim. Sevmek, bağlanmak, beğenilmek, bilgelik, önyargı , sorumluluk gibi pek çok konu işleniyor. Yazılıp yazılabilecek en güzel kitaplardan biri olan bu kitabın yazarı Saint Exupery, kitabı yazdıktan altı yıl sonra Le Petit Prince adlı bir uçakla Sahra Çölüne uçar ve bir daha kendisinden haber alınamaz. Fransada çok sevilen Küçük Prens 5 franc’ların üzerine basılmıştır. Kitapla ilgili anekdot çok, birkaç alıntıyla noktalayalım.
“Eğer insan bir çiçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insani mutlu etmeye yeter. Çünkü insan kendi kendine ‘işte benim çiçeğim oralarda bir yerde’ diyebilir.”
“Eğer büyüklere, “Güzel bir ev gördüm, kırmızı tuğlalı: pencerelerinden sardunyalar sarkıyor, damında ise kumrular var,” derseniz, nasıl bir evden söz etmekte olduğunuzu bir türlü anlayamazlar. Ne zaman ki onlara, “yüz milyonluk bir ev gördüm,” dersiniz, işte o zaman size, “oo, ne kadar güzel bir evmiş!” derler gözlerini koca koca açıp.”
“Sen de kendi kendini yargılarsın, diye karşılık verdi kral. En zoru da budur. İnsanin kendini yargılaması başkasını yargılamasından daha zordur. İyi yargılamayı başarırsan, gerçek bilge olduğunu kanıtlamış olursun.”
“İnsanların arasında da yalnız kalır insan.”
“..Güzelsiniz ama boşsunuz, diye ekledi. Kimse sizin için canını vermez. Buradan geçen herhangi bir yolcu benim gülümün size benzediğini sansa bile, o tek başına topunuzdan önemlidir. Çünkü üstünü fanusla örttüğüm odur, rüzgardan koruduğum odur, kelebek olsunlar diye bıraktığımız birkaç tanenin dışında bütün tırtılları uğruna öldürdüğüm odur. Yakınmasına, böbürlenmesine, hatta susmasına kulak verdiğim odur. Çünkü benim gülümdür o..”
” Senin oradaki insanlar, dedi Küçük Prens, bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradıkları tek bir gülde, ya da bir damla suda bulunabilir. Ama kördür gözler. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçekleri görebilir.”

27 Mart 2010 Cumartesi

1sarhoş 2 sarhoş :)

Aslında uzun zaman önce olması gereken bir buluşmaydı bu. Evet damlalarda kalacaktım. Ona ne kadar kızsam da hatta uzun bir süre birbirimizi çok ihmal etmiş olsak bile yeter yahu görüşme zamanı artık.  Damlanın erenden henüz ayrılmış olması, benimde fazlaca alkolümün gelmesi sebebiyle iyice bir kafaları bulmaya niyetlendik. Marketten içecekleri ve abur-cuburlar yüklendikten sonra 2. adres mutfaktı.  Canım arkadaşım damla da mutfak konusunda en az benım kadar kabiliyetsiz. Hatta öyle ki benim gibi pek beceriksiz biri  onun yanında oldukça  yetenekli sayılabilecek türden. Bizim için gayet sıkıcı ve zor olsa da bir şeyler hazırlayıp karnımızı doyurabildik. Sonrası oldukça eğlenceli.  Çerezler-içecekler ve volümü ultra yüksek müzikleri açarak gecemizi oldukça keyiflendirdik.  O kadar anlatacak şeyimiz varmış ki. Birbirimizin özelini o kadar bilmez olmuşuz ki.  Kimi zaman gülmekten, kimi zaman da hüzünden doldu gözlerimiz. Hem güldük hem içtik hem ağladık. Konuştuk konuştuk konuştuk. Ve her ne olursa olsun biz üstesinden geliriz, kaçmaz. Sıkı durun bunu da atlatacağız. Sadece biraz zaman.
Damla henüz 1. Miller da nasıl başarabildiyse sarhoş oldu. Çok merak ediyorum acaba bir insan 1.miller da nasıl kafa olur yahu? Ama öyle böyle değil, bildiğin kör kütük sarhoş. Baktım ki damlanın kafası alkolik kafası o zaman benim kendimi frenlemem gerekli. Yok çünkü bende damla kadar çabuk olmasa da anında kafayı bulanlardanım. Bu kez yanımızda nurdan falan da yok 
( hatırlayınız; bizim ev. Damla ve benim evden kaçma uğraşlarımız, zavallı nurdanın bize sahip çıkma çabaları, camları kapıları kitlemesi falan.)  o yüzdendir ki bu gece de aynı görüntüleri yaşamamak adına, ki aslında yaşasakta sorun değil de, bizi dizginleyebilecek kimse yok yanımızda sorun o yani.
Alkolün kanımıza fazlaca işlemesinden sonra gereksiz ve onca saçma tavır sergileyişimizin ardından  kısacıkta olsa sızıp kalmışız olduğumuz yerde. Hayatın ender güzelliklerinden olan uykuda  her güzel şeyin çabuk bitişinden ötürüdür ki hemencecik bitiverdi. 9 gibi saçma ötesi bir saatte kemerburgazda aldık bu kez soluğu.  Uykumuzun tamamen açılmasının ardından gayet sağlıklı kepekli sandwichlerimiz ve içeceklerimizle az kalorili bol lezzetli bir kahvaltı yaptık.
Bu arada nemciye ve damla yaklaşık 1 yıldır gereksiz bir konudan ötürü konuşmuyorlar. Damlanın dün ki sarhoş halini fırsat bilip ikisini barıştırmak haliyle bana düştü. Gece telefonda konuşup bu gün için birlikte planlar yaptık.  Kemerburgaz maceramızın ardından İstinye sahiline doğru yol aldık. Sımsıcak havada boğaz manzaralı terasımızda kahvelerimizi yudumladık güzelce. Ve ben damlaya saçma ötesi bir fal baktım.  İçinde binbir çeşit hayvanın ve shrek’in olduğu  ahaha. Evet uykusuzluğa reğmen bu gün güzel bir gündü. Rotamızı  bu kez de ist. parka  çevirdik. Neco barışla buluşmak için hazırlanmaya bizde doğru ist.parka.  bolca alışveriş yapıp para harcamanın verdiği tarifsiz bir hisle doldu içimiz. Ahah.
Bu arada sabahın köründe kemerburgazda gördüğümüz o çokkkkk yakışıklı çocuğu yaklaşık 6 saat sonra çirkin sevgilisiyle ist.parkta görmemiz günün bombasıydı.  Dünya gerçekten de küçük. Saatin hızla geçmesi üzerine ben Sarıyer damla da Bahçeköy semalarına doğru yola koyulduk. Hehe şuan evimdeyim. Alkollü, saçmalamacalı, bol gülmeli damla ve necolu bol gezmeceli çokk keyifli 1,5 günün ardından canım odamdaym. Özlemişmiyim yoksa evimi. Hihihihihi. Aa yarın maç var hadi bakalım. Yeneriz biz, kesin yeneriz. Hatta 1-0 diyorum ben. 1-0 olsun bizim olsun.

25 Mart 2010 Perşembe

Rüyalar 2*

Saçma rüyalar serim tüm hızıyla devam etmekte. Hayal gücü ultra güçlü geniş ve aşırı gelişmiş olan ben olayı abartarak rüya tanımını değiştirircesine olaya farklı bir boyut kazandırıp devamlılığı olan rüyalar serisindeyim şimdi de. Hatta öyle ki her gece baya bir merakla yatıyorum yatağıma, acaba bu gece neler olacak rüyamda diye. Yahu hangi insan dün gece gördüğü rüyanın devamını bu gece görebilir ki? ya da kimin bu enteresan rüyalar serisi bu kadar uzun ve kararlı bir devamlılık izleyebilir ki? Resmen normal hayatımın haricinde bir de hayal dünyamın yarattığı benle her gece rüyalar alemini ziyaret etmekteyim. Devamlılığı olan, sezon arasına girmeyen reklamların işgal etmediği bazen aşırı güzel  bazen de (-ki çoğunlukla) saçmalık ötesi bölümleri devam ediyor rüyalarımın. Oldum olası hayal gücüme hitap eden herşeye bayılırım, ki bu yüzdendir gördüğüm yaratıcılık sınırlarını alt eden, çoğu zaman şaşkınlıktan beni bile ters köşeye yatıran rüyalarımla baya bi mutluyum. Yaşadığım yerler, gördüğüm kişiler, güzellikler falan mükemmeller. Normalde hiçbir türlü olamayacak cinsten hani, olabilitesi falan da yok yani. Ama bu demek değil ki benim geniş hayal dünyam rüyalarıma girmesin, her gece başrolde beni oynatarak değişik maceralara sürüklemesin. Evet sevgili ben; gerçekten çok merak ediyorum bu gece neler olacak? dün en heyecanlı yerinde malesef ki uyanarak bölünen rüyam tıpkı dünkü gibi yine kaldığı yerden devam edecek mi? bu gece başrolde bana kim eşlik edecek? bu gece soluğu nerede alacağız? nereleri gezeceğiz, kimlerle karşılaşacağız da neler neler yapacağız? ne serüvenlere atılacağız?? hadi bakalım cevaplanmamış onca soru var. merakla uykumun gelmesini beklemekteyim, ahaha.

Kaan Sezyum "Hayat ve anlamı"

Geçen haftadan beri hayatımın pek bir anlamı yok gibi geliyor. Ne yazılarımı okutacağım birisi, ne sabah güldüğümüz birisi, ne de balkonda kuşları yemlediğimiz birisi var yanımda. Yok yani. İşin en fenası da bu yok oluşun, tam anlamıyla bi yok oluş halinde gerçekleşmesi oldu. Gayet güzel kahvaltı ederken, birlikte Türk kahvesi için tek bir sigarayı ortaklaşa tüttürürken birden akşam oluyor, evde kimseler yok. Çat! Şimdi evde iki kişi kaldık. Kedimiz Tortor da bu vesileyle üzerime kaldı. Yokluk kendisini zamanla hissettiren bir şey. Varken olanı hissetmiyorsunuz, yokken de olmayanı hissediyorsunuz, garip. Kısa sürede çok üzüldüm.
Üzülmemin sebeplerini düşündüm biraz. İnsan çok sevdiği birisini kaybedince (bence) birkaç şeyden dolayı üzülüyor. Ben artık onunla bi şeyler paylaşamayacak olmama üzüldüm. Kumda kendisini temizleyen bir serçe, suyun dibinden giden bi balık sürüsü gördüğümde artık gösterecek kimsem yok. Çok yalnızım. Ama arkadaşlar iyidir, beni yalnız bırakmıyorlar. Yalnız kaldığınız her an bi takım anılar çıt, çıt ya da güm güm şeklinde kafanızın içinde patlayıveriyor. Geceleri uyumak çok zor. İçki de içmediğimden, uyumak için alternatif tıbbın tüm bileşenlerini devreye sokuyorum.
Gözlerimi bilinçli olarak kapatmak istemediğimden yapılabilecek en sıradan şeyi yapı TV’ye bakarken ekran karşısında sızıyorum. Sabah kalkış kısmı daha fena. Uyandıktan sonra yatak keyfi diye bir şey yok. Zaten yatakta keyif yapacak bi şey de yok. Sabahın köründe kargalarla birlikte oturup bok yemeye başlıyorum ben de. Ne yapalım, hiçbir şeyi değiştiremiyoruz ne de olsa. ‘Hayat devam ediyor’ filan diyorlar ama benim için aslında hayat pek devam etmiyor şu sıralar. Neyi devam etsin? Benim için hayat yeniden başlıyor şu anda sanırım. Hem de sıfırdan.
Sevindiğim şeyler de var. Son bir yılı reklam acansındaki işimden ayrılıp evde Nursel’le birlikte geçirmiş olmamız beni en çok rahatlatan şeylerden biri. Ortalama insanlardan çok daha fazla birlikte ve mutluyduk son bir yıl içinde. Evde sabahtan akşama oturup, ağaçlara bulutlara, Tortor’a bakıp gülüyorduk. Çok mutluyduk, gerçekten. Çoğu insanın yaşayamayacağı kadar mutluluk yaşadım son bir senede. Ne yazık ki mutluluk da elektrik gibi bir yere istiflenmesi zor bi duygu. Şimdi o mutluluk anları anı olarak suratıma kapanıyor. Yalnızlığın bir başka karanlık tarafı da ortaya çıkıyor böylece; karşılaşmalar.
Sabahtan akşama çevremdeki birçok şeyde birlikte yaşadığım, eğlendiğim ve mutlu olduğum insanı görüyorum ister istemez. Neyse ki şimdi kendisini Heybeli’ye bıraktık. Bir süre sonra o da adanın bir parçası olacak, Heybeli’ye her gittiğimde belki de enseme konan bir sinek, topraktan çıkan bir çiçek, ağacın tekinde ekşi bi erik ya da peşimden gelen yavru bi kedi olacak. Şimdilik beklemekte yarar var. Hiçbir şey kaybolmuyor, bu da bir gerçek.
Hep çok şanslı olduğumu düşünürdüm. Hâlâ da düşünüyorum galiba. Hep istediğim işi yaptım, beni sıkan protokollere, ıvıra zıvıra bulaşmadım, zora gelmedim, her işim iyi gitti... Ama geçen haftaki bomba biraz fena patladı bende. Şu anda evrensel şans skalasında eksilere düştüm sanırım. Bundan sonrası yukarı çıkış olabilir sadece.
‘Küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek lazım’ gibi zırvalar vardır ya, işte biz aynen o laflardaki gibiydik. Küçük ama mutlu bi hayatımız vardı. Dolaptan kestiğim bi parça kaşar peynirine sevinirdi. Susadığı zaman götürdüğüm bi bardak suyun yüzünde yarattığı mutluluğu görmeniz gerekirdi beni anlamanız için. Sabahları sağlıklı olalım diye tek bi aspirini içip “Şimdi mükemmel olduk” diye salak salak sevinirdik. Bahar geldiğinde balkonu çevreleyen ağaçların yaprakları yeşerip her yer yemyeşil olduğunda dünyanın en mutlu ikilisi olurduk. İnsan burnuna Çin yağı sürüp uyuyacak diye sevinir mi? Bazısı seviniyormuş, o da bana denk gelmiş. Şans işi işte.
Bir yandan da birbirimize hiç benzemezdik. Zevklerimiz çok farklıydı ama bana her zaman yeni bir şeyler gösterirdi. İnsan olmayı, çevremi sevmeyi Nursel’den öğreniyordum, daha da alacak çok dersim vardı. Krediler tamamlanmadan kaçtı gitti, bizim krediler de yandı badem oldu. Daha öğrenecek çok şeyim vardı.
Beni hayata bağlayan şeydi kendisi. O gidince iyice saçma sapan bir insan olacağım gibi hissediyorum. Bana kızacak, yaptıklarıma laf edecek ya da beni çekip çevirecek birisi yok şimdi. Dımdızlak kaldım evde, bir de kucağımda Tortor var, mal gibi salonda kanepede oturuyoruz, ağaçların gölgelerine bakıyoruz işte.
Durum böyle olunca hayatın da anlamını görmeye başlıyorum ağırdan. Hayatımızın anlamı anılarımızmış, onu fark ediyorum bi kez daha. Güneş doğuyor, güneş batıyor, haberlerde saçma sapan şeyler, iş yerindeki sıkıntılar, kişisel çekişmeler filan acayip fasa fisoymuş,
bi kere daha ayılıyorsunuz. Ama narkozdan hızlı çıkmak da bi kafa yapıyor. Anlamsızlık içinde buluyorum kendimi sık sık. Evinde oturan ve yaşadığı hayatın bomboş olduğunu gören bir emekli gibiyim. Tek farkım çok güzel yaşadım, geçen haftaya kadar da kazasız belasız geldiydik. Naapalım, piyango bu sefer bana çıktı, yarın başkasına çıkacak, sonraki gün de bir başkasına. Çekiliş hep devam edecek.
Bi fotoğraf filan koymak istiyordum ama hiçbir şeye bakamıyorum. Zaten tüm fotoğraflar benim aklımda. Zamanla çıt çıt açılıyorlar. Şimdi onlara bakmak için çok erken.
Karşılaşmalar, eşyalar ve yerler en fenası. Ama her şey ilk seferinde çok acıtıyor insanın içini. Aynı yerden ikinci geçişinizde sadece içinizde bi sıcaklık kalıyor. Bakalım ne olacak? Hayatımın en büyük darbesinden sonra ne kadar sıcak beni kurtaracak bilemiyorum. Yalnızlık sıcak bi şey değil, onu çok iyi biliyorum.
Geçen hafta tam da şu satırları yazdığım sırada yanımdan gitti, artık yok. Yani var ama, yok. Üzücü ama gerçek, ne yapalım?
Şimdi arkadaşlarla daha fazla zaman geçirilecek, onlarla da güzel anlar paylaşılacak, mutlu yaşamaya devam edilecek. Mutlu olmaktan başka yapacak bir şey yok. Yani var ama, yok.



off  tam off yani!!  yazık ama, sevdiğin birinin bir daha asla yanında olamayacağını bilmek. kabullenişi falan. "yani var ama, yok"  çok üzüldüm ki şimdi :(

http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazarYazisi&ArticleID=985451&Yazar=KAAN%20SEZYUM&Date=13.03.2010&CategoryID=41

23 Mart 2010 Salı

Merve'ye


2 yaşımı henüz bitirmiştim ki sen geldin eve. Tek kız torun saltanatlığımı sallandırdın resmen, büyükbabamın canıydım ben, kimseyle paylaşamadığımdı --ki geldin bir şekilde. Buz gibi soğuk bi kış günü (günüymüş, doğal olarak hatırlamamın mümkünatı yok). Ne yalan söyleyeyim önceleri pek hoşlanmadım bu durumdan. Tek olmak özeldi güzeldi. Bir sürü artısı vardı, paylaşmak zorunda değildim ki hiçbir şeyimi. Hem nerden aklıma gelecekti benim tatlı mervişim olacağın, seni bu kadar sevebileceğim falan. Dediğim gibi ilk karşılaşmamız pek hoş olmasa da sen her şeyime ortak olmayı göze almışcasına geldin eve. Kışlar, yazlar, ilkbahar, sonbahar derken tüm mevsimlerin güzelliklerini yaşadık beraber…  bahçede oynadığımız yakalamaçlar, evcilik oyunlarımız, amaçsız sohbetlerimiz, senin kamyonun kasasında kalışın, türk filmlerine bağımlılığın, evde oturmayı ekstra fazla sevişin, uyuşukluğun, inatçılığın, tatlı gülüşün.. şuan aklıma gelmeyen bir sürü şey, bu liste epey uzar böyle…
Sabahlara kadar dertleşmelerimiz. Aslı-sen ben ve olmazsa olmaz turuncu örtülü yatak. Ahh ahhh neler biliyor o turuncu örtü. Kimsenin bilmediklerini, tüm kızgınlıklarımızı, mutluluklarımızı, saçmalıklarımızı, heyecanlarımızı, gözyaşlarımızı, ilk aşkları…. neler neler…  kimseye anlatamadıklarımızı dinledi çoğu zaman, iyi bir dinleyici iyi bir sırdaş oldu bize… bizi en az bizim kadar tanıyor o turuncu örtümüz.  Hatırlıyor musun parkpormann!!  ahah konsere girememiştiniz yaşınızdan dolayı ve ben (öhöm öhöm) gelip ee o zamnlar 19 dum tabii konsere sokmuştum sizi. Deniz dönüşü pancar gibi kıpkırmızı bi suratlaaaaa!!!! Ahh Merve ahh. Özledim bende şimdi seni. Kenan konserlerimiz vardı bir de 4 yıl falan her yazz. Temmuzzz …. Güzel temmuz. İlk konseri hatırlıyor musunn?? Senin ısrarla hacı sakallı dediğin halbuki kirli sakallı olan tatlı çocukcağız :) hani adını bilmediğim ama yaşı 23 olan:) öyle tatlı tatlı bakıştığımız, bak aklıma düştü şimdi, nerelerde acaba ne yapıyor kimbilir. 27 olmuş bu arada yaşı onun. Çok güzeldi her şey, özellikle şu son 2 yaz hep beraberdik. deniz maceralarımız, arada kafayı buluşlarımız, gezmelerimiz, aslı, sen, ben son ses müzik eşliğinde ev partilerimiz ve amaçsız danslarımız :) O kadar alıştırdın ki kendini bana şimdi yokluğunu çok hissediyorum. Zaten eskilere takılıp kalan çok özleyenlerdenim -ki zaten bu aralar ağlamaya bahane arıyorum her nedense, aklıma düştü o güzel günlerımız. Off Merve off.  Şimdi burada olmanı o kadar isterdim kı herneyse falan değil! Cidden istiyorum çok istiyorum ve benim de senınle konuşmaya çok fazla ıhtıyacım var. Özlemek fena şey yahu. Buyudukçe, mesefeler girince insanların arasına ve istediğini o an yapmak ımkansızlaşınca herhangi nedenlerden dolayı daha da beter oluyormuşş. Şimdi yanında olup konuşmaya ihtıyacım var senınle ama lanet olsun kı yarın sabah erkenden kalkıp gıtmek zorunda olduğum bır işim ve sorumluklarım var. Senin de okumak zorunda olduğun 5 yılın gıbı. Eskıden 1 kat kadar yakınımdaydın, 1 msja yanımdaydın ya da yanındaydım ama şimdi aramıza 1 msj ya da çağrıyla yanında olamayacağım uzaklıkta bir mesafe girdi. Herneyse daha da duygusala bağlamayalım o zaman. 1 ay kalmış sadece 1 ayy. Sonra burdasıınn yuppiiiii. Tatlışımm iyi ki varsınn senn. Hepp olll. Guzel yuzunlee tatlı dılınlee cadılığınlaaa bilmişliğinle kokoşluğunlaaa hep yanımda oll…. :)
aaaaaa unutmadan bab-bib-bob-buuuubbbbbbb :)
ahahah lafları geveleme merveee!!!!!  :)

19 Mart 2010 Cuma

22

22 yıllık yaşam yolculuğumun baya renkli geçtiğini söyleyebilirim. Renkli dediğimde aklına hemen kırmızı, sarı, mavi, yeşil gibi canlı renkler gelmesin içinde siyahlar, griler beyazlarda oldu çoğu zaman.Dışarıda milyonlarca kişi, bin bir çeşit hayat var. Benimki de, sıradan olmayanların arasında sayılabilir. Aslında hepimiz seçimlerimizin sonuçlarını yaşıyoruz, yani çoğu zaman! Seçtiklerim ve deneyimlerimden ortaya çıkan benle, halimden memnunum. Daha iyisini de yapabilirdim mutlaka, şimdiki aklım olsaydı ama bazı kadersel döngülere karşı çıkmak mümkün değil.Hızlı koşan çabuk yorulur derler. Ben de, neden bilmiyorum ama kısa vakitlere 22 yıla çok şey sığdırmışım. Güzel geçmiş her şey sanki. Öyle çok pişmanlıklarım falan da yok. Pişmanlık odamı uzuuun zaman önce boşalttım. Orası hep boş kalacak çünkü bütün yaşadıklarım, şimdi beni ben yapanlar. Onlar olmadan bu kadar farkında olamazdım. Hayatımdaki her olaydan dersler çıkarırım, denerim en azından ve hepsinin bana başka bir olguyu öğretmek, beni büyütmek için geldiğini bilirim. O yüzden pişman olacağım şeyleri yapmam, yaptıysam da boşuna vicdanımla savaşmam. Bir şey olduktan sonra çok pişman olsan bile değişmez ki, olan olmuştur zaten. Herneyse dediğim gibi öyle çok pişman olacağım şeyler yapmadım, he tabi bazen hatırladıkça saçma gelen şeyler oldu tabi ama bunlarda sadece geçmişe güldüren cinsten. Geçmiş demişken, eskiye değinmesem olmaz tabi ki. Ben eskiyi baya sevenlerdenim, geçmişi güzel olan geleceğinin de en az geçmişi kadar güzel olmasını dileyenlerden. Çok güzel bir çocukluk geçirdim, gerçekten güzeldi. Çok eğlenerek, gözlerimin içi gülerek, düşe-kalka, bol arkadaşlı, çok sevilen, çok seven, çok mutlu olan bir çocuktum işte. Çevremde bir sürü beni seven benim iyiliğimi isteyen insanlar. Arkasından güzel bir okul hayatım oldu. Güzel arkadaşlar kazandırdı bana, güzel insanları dahil etti hayatıma. Bazılarını o kadar sevdim ki, hiç çıkmasalar hayatımdan hep olsalar dediklerimden. Üzerinden yıllar bile geçse onlar hep olsa, hep yanımda olsa. –ki olacaklar, biliyorum. Ben istediğim sürece onlar benim yanımdalar biliyorum  ve bende onları en az beni sevdikleri kadar çok seviyorum. Sonrasında iş hayatına atıldım bazen çok zor gelen, bazen müthiş eğlendiren. Yaptığım işi seviyormuyum gerçekten bunu yapmak istiyormuyum bu da çok net değil ama bir şekilde bir şeylerle uğraşmak gerek! Baktım ki çok sıkıldım, yapamayacak gibiyim sektör değişirim, çok da sorun değil. Evet böyle işte. Çocukluk-okul-iş derken 22 yıl geçmiş, dolu dolu tam 22 yıl az da değil hani. Ben baya büyümüşüm meğersem, bahçede ip atladığım, yakalamaç oynadığım günler daha dün gibi gelsede ben büyümüşüm gerçekten de. Öyle yada böyle geçiyor bir şekilde. Bazen çekilmez oluyor hayat, lanet olsun diyorsun, kızıyorsun, sanki her şey kötü gidiyormuş falan gibi geliyor. Ama bazen de öyle bir an geliyor ki işte hayat bu diyorsun, hiç bitmesin istiyorsun. Daha çok var önümde, belki çok daha üzüleceğim ama belki de çok sevineceğim. Bakalım yaşayarak görmek gerek bazı şeyleri. Değişik oldu bu biraz, günlük kafasına kaydı sanki ama, içimden gelen bu şuanda. Herneyse böyle işte, devamını yaşayıp görmek gerek.

14 Mart 2010 Pazar

senin de boğazının düğümlendiği olur mu hiç?


Bazen boğazının düğümlendiği  olur mu hiç? Hani hiçbir şey söyleyemezsin ya bazen. Daha doğrusu bir şeyler söylemek istersin de söyleyemezsin, tıkanırsın. Ne olduğunun farkında olmadan sağa sola döner, bir şeyler anlatmak istersin. Sonra da boğazındaki düğüm seni hiç ummadığın bir anda teslim alır ve suskun, üzgün bir şekilde bir kenara çekilerek sessizce beklersin. Belki de ağlarsın kim bilir? Ağladıkça açıldığını ve rahatladığını; sanki o düğümü göz yaşlarınla yuttuğunu hissedersin. Sonra da doğrulur ve kendine gelmeye çalışırsın. Düşünmeye başlarsın acaba niye böyle oldu?  neden oldu? Düşünürsün, düşünürsün,  düşünürsün… Kendi kendine sebepler bulur ve bir takım sonuçlar üretirsin. Harekete geçmek için fırsat kollarsın ama bir türlü hareket edemez, olduğun yerde kalakalırsın. Bir de duygusal biriysen vay haline... O gece sana zindan olur, zaman bir türlü geçmek bilmez. Yastık başının altında taşlaşır, yorgan seni sıkmaya başlar. Sonra bir de bakarsın ki gün aydınlanmış, sabah oluvermiş. Akşamki sıkıntıdan hiç eser kalmamış. Yeni bir güne başlamanın verdiği huzurla doğrulur ve o anı bir daha hiç yaşamamak üzere yolunu koyulursun. Bir daha o düğümün hiç geri gelmeyeceğini sanarak... yanılırsın oysa ki. Sen sanarsın ki her şey bitti uyanınca, o zor gece geçince sabah olunca her şey düzelmiş sanırsın. Yada inanmak istersin buna, inandırmaya çalışırsın kendini ama nafiledir, bilirsin. Evet belki aydınlıkken gökyüzü, cıvıltılıyken sokaklar ve yanındayken sevdiklerin aklına gelmez o boğazına düğüm olan düşüncelerin görüntülerin yada olayların sahibi. ama gece olduğunda kendinle baş başa kaldığında o karanlığın içinde yine başının üzeri soru balonlarıyla dolar boğazında düğümler ve  beraberinde gözyaşlarınla birlikte. İstemesen de gözyaşları süzülür yanaklarından aşağı. Belki de sürekli ertelediğin, kimselere anlatamadığın gerçeklerin açığa çıkması gereklidir. Anlatabilsen aslında birine yada en azından yüksek sesle itiraf edebilsen kendine rahatlıyacaksın. Evet evet zamanıdır artık. Anlatmalısındır, söylemenin vakti çoktan gelmiştir artık, hatta belki geçiyordur bile. Denersin birilerine anlatmayı, en yakınındakine anlatmayı denersin. Hafif hafif açarsında konuyu ama sonra yine vazgeçersin. Onun bunu dinlemek için doğru kişi olmadığına karar verirsin. Belki de bir yabancıya anlatmalısındır. Öylesi daha kolay çünkü, hiç bilmediğine  daha rahat anlatabilirsin bazı şeyleri. Tanımadığın birinin gözlerinin içine bakmak en yakınındakinden  daha rahattır çoğu zaman. Ama yine bulamamışsındır o kişiyi. Sonunda çağreyi yazmakta, yazdıklarını yüksek sesle okumakta bulursun. Hem yazar, hem hüzünlenir hem ağlarsın…  rahatlamışlığın vermiş olduğu tanımlayamadığın, uzun süredir beklediğin ama daha önce hiç tatmadığın bir his kaplamıştır içini, ferahlık kaplamıştır, rahatsındır. Düğüm çözülmüştür sonunda. O gece o kadar rahat uyumuşsundur ki… kabuslar yerini güzel düşlere teslim etmiştir. Uyku hiç olmadığı kadar tatlı gelmiştir. Soru balonları mutluluk balonlarıyla yer değişmiş, rahat bir uyku ve derinnn bir ohh çekmişsindir. 

11 Mart 2010 Perşembe

KDS

Sevmediğin huylarını say deseler , kim niye diyecek o da var da en başta bunu söylerim zerre tereddüt etmeden” Kararsızlık” . Dışarıdan bakıldığında öyle aşırı bir sorun gibi görünmeyebilir kimisine ama yeri gelir delirtir insanı. Çok fazla hayati karar vermişliğim yok şu yaşıma kadar, ama kararsızlık beter bir meret.Çocukluğumdan beri bir şeyler seçerken yada karar verirken hep zorlanmışımdır. Yiyeceğim yemekten saçımı kestireceğim modele, alacağım ayakkabıdan gideceğim filme, dinleyeceğim şarkıdan gezeceğim semte yada okuyacağım kitaptan giyeceğim giysiye epey kararsızlık yaşamışımdır ve hala yaşarımda. Bir seçim yaparken diğerini yaşayamadığım için çoğunlukla üzülürüm. Karar vermek benim için inanılmaz zordur.  Eğer eninde sonunda bir şeçim yapmışsam veya mecbur kalmışsam ve seçtiğim şeyi pek sevmemişsem, terk etmek yada vazgeçmek hiç de zor olmaz. Gözünün yaşına bakmam. İster bir kişi, olay yada obje olsun hiç fark etmez. Bu konuda hiç olmadığım kadar kararlı ve netim. Benimle alışveriş yapmakta öyle çok kolay bir iş değildir. Heryeri gezer altını üstüne getiririm, seçeneklerimin arasında kararsızlıklarımla baya boğuşurum, çabalarım. Öyle yada böyle bir karar veririm ama yanımda kim varsa olan ona olur tabi. Çabuk fikir de değiştirebilirim, şuan tamam olan yarın asla olabilir. Dengesizlikte var yani, hem de denge burcu olmama rağmen! Dur bakalım daha ne beter özelliklerim çıkacak, madem ki ele kendimi aldım gayet objektif olarak söyleyebilmeliyim her şeyi. Hımm, başka başka. He bir de acaip sıkılırım. Sıkılgan bir yapıya sahibim. Durağanlık olağan gelmemiştir hiçbir zaman bana, hareket olmalı daima. Hep aynılık pek bana göre değil. 1 hafta sonra bu gün ne yapacağımı bilmemeliyim, şimdiden belli olmamalı küçük ayrıntılar dışında. Hayatı belli kalıplara sığdırıp plan program yapıp bunları sırasıyla uygulamak değil istediğim. Akışına bırakılmalı biraz hayat, sağa sola dönüşlerle.  bazen rampa yukarı nefes nefese tıkanarak, yada yokuş aşağı var gücünle koşarak.

Sıkılganlığım kişilerle alakalı değil ama, hayatımı sonsuza kadar aynı sevdiklerimle geçirebilirim, düzen bozulması da değil söylemek istediğim. Çok fazla durağanlık olmamalı sadece. Yoksa sevmem öyle zırt-pırt yeni insanların hayatıma girmelerini, onları tanımayı, kendimi anlatmayı.

Yazıyı okudum da şimdi bu ne yahu! Kararsız, dengesiz, sıkılgan.  Nasıl tanımlamışım kendimi ben böyle. 3 kelime ile anlatmışım ama kelimeler yanlış mı seçilmiş ne? “KDS” yok yok iyisiyle de kötüsüyle de böyleyim ben, değişemem ya bundan sonra. 
Seven acayip çok sever sevmeyen de hiç sevmez beni.

Sevdiklerim zaten yanımda, olamayanlar utansın!

10 Mart 2010 Çarşamba

duygu karmaşası


Medya player da sadece yaşar-seni severdim çalıyor, hemde hiç küçümsenmeyecek kadar uzun bir zamandır ve sıkılmadan bıkmadan dinliyorum. Dinledikçe dinleyesim, daha yüksek sesle dinleyesim bağırarak şarkıya eşlik edesim baya bi fazlaca şu saatler. Evde tek olmamın da etkisi var sanırım, ve bu şarkıyı dinledikçe kafamın içinden milyonlarca kişi-an-sözcük ve görüntüler geçiyor, yanaklarımdan aşağıya süzülen birkaç damla gözyaşı eşliğinde. Bu aralar daha bi duygusallık çöktü anlam veremediğim. Her şeye ağlıyorum, çabuk alınıyor sebepsiz hüzünlenebiliyorum. Şikayet falan değil kesinlikle rahatsızlık vermiyor bana hiçbir şekilde. Eskiler nedense hep aklımda, geçmişe takılı yaşayanlardanım bende. Öyle hemen tamam bitti değip kestirip atamıyorum. Gidişleri-bitişleri-sevdiklerimi yada vazgeçişlerimi çabuk kabullenmek bana göre değil, elimde olan bişiyde değil esasında. Bünye meselesi, kişilikle alakalı sanırım. Özlüyorum illaki bişileri, birilerini, buluyorum özlenicek bişiyler muhakkak. Aslının bana yazdığı yazıyı okudum şimdi, tekrar tekrar. Baya eskiye götürdü beni, baya bi özletti geçmişi, özlemin ve özlemenin ne beter bi illet olduğunu bir kez daha dank ettirdi kafama vurarcasına. Ağlattı beni birsürü, çok özletti, gülümsetti, şaşırttı, birsürü duygu karmaşası yaşattı 2 dk. içinde. Yazının okunuşu 2 dk. gibi kısa bir süre olsa da bende yarattığı etki baya uzun süre kalıcı, hatta her okuyuşumda ağlatabilecek kadar anlamlı, duygu yüklü. Şimdi yine aynı şarkı arka fonda, hemde yine gözyaşları eşliğinde… anlam veremediğim çoktan unuttum dediğim, hatırlamak istemediğim anılarım ve doldurduğumu sandığım aslında hiçbir zaman dolduramadığım boşluklarımla kendime yenik düşüyorum galiba. Direniyorum, direnmeye çalışıyorum ama bu çabanın  boşa olduğunu bilerek. Geçmişi unuttuğunu sanıp eskileri özleyerek…

8 Mart 2010 Pazartesi

illa kaybetmek mi lazım

Nedenler... niçinler... takılmış bir plak gibi beyninin içinde dönüp durmaya başladığında, farkındalığın içten içe kemirir seni, içini…
Ulaşabildiğimiz, ulaştığımız her şey zamanla sıradanlaşır bizim için.
Ta ki avuçlarımız arasından kayıp gidinceye kadar.
Gözlerin alışkanlığıyla beyinlerimiz her şeye alışır; her an görmekte
olduğumuz şeyler sıradan bir hal alır. Sahip olduğumuz şeylerin bizim için ne kadar değerli ve gerekli olduğunu öğrenme ve kavrama konusunda hiçbir çabamız olmaz. Böylelikle sahip olduğumuz şeylerin değerini ve önemini ve hayatımıza sağladığı katkıyı ancak onlardan mahrum kaldığımız zaman çıkan aksaklıklar sonucu anlarız.
insanoğlunun en garip yönüdür bu. ve gariptir ama her insana biraz da olsa yüklenmiştir bu özellikten. kaybedene kadar tam olarak bizim için ne anlama geldiğini bilememedir bunun adı. o şey her ne olursa olsun, arkadaş, dost, sevgili, aile bireylerinden birisi, bir kolye, bir fotoğraf, bir özellik, sizi karşılıksız seven biri. uzar gider bu liste böyle. yani kısaca insanoğlu için değer taşıyabilen her obje, nesne, kişi için geçerli olan bir durumdur bu. kaybederiz ondan sonra bir süre kaybolduğunu farketmez hayatımıza devam ederiz.. ve bir anda bir şekilde o kaybedilen şey yokluğunu hissettirir bir köşeden.. işte o zaman arama, bulamayınca da kahrolma vaktidir. kafamızı duvarlara vursak da kaybolan şey asla geri gelmez. onun yerine gelen şey ya da kişi de asla o kaybedilenin yerini alamaz. kuralı budur bu oyunun. en kolay ve pratik çözümü hiç kaybetmeden değerini bilebilmektir ama bir çoğumuza da bu özellik ne yazık ki ya yüklenmemiştir ya da hatalı yüklenmiştir.
Sanıyorsun ki ben doğru yapıyorum. Ne olacak bir tane daha bulurum. Sonra bakıyorsun avuçlarının arasından kayıp gitmiş. Biraz zaman umrunda olmuyor ama yarattığı boşluk her gecen gün öyle doluyor ki sonra kıymetini anlıyorsun ama iş işten geçmiş oluyor. evet kabul etmek istemesekte vefasızızdır. bize verilenin değerini anlamayız, yada anlarız da gerekli karşılığı veremeyiz. Belki veremediğimiz değerin farkında bile değilizdir. An gelir kaybederiz değerlerimizi, o zaman anlamaya başlarız kaybettiğimiz değerleri.  Artık yolun dönüşü yoktur sabahlara kadar ağlarız, uykulara küseriz, kızarız kendimize ama dönüşü yoktur artık, vefasızlığımızın farkına çok geç varmışızdır ve son trende gardan kalkmıştır artık.

7 Mart 2010 Pazar

Gabriel Garcia Marquez'den Yaşam için 13 ifade

Gabriel Garcia Marquez, yaşam için 13 ifade belirtmiş. Bunları hiç unutmamak ve unutturmamak gerekiyor bence:
1. Seni sen olduğun için değil, senin yanında olduğum zaman "ben" olduğum için seviyorum
2. Hiçkimse senin gözyaşlarını hak etmez, onu hak eden seni asla ağlatmayacak olandır
3. Birinin seni, senin istediğin gibi sevememesi, onun seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez.
4. Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır
5. Birini özlemenin en kötü yolu, yan yana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir.
6. Üzüntülü olduğun zamanlarda bile gülümsemeyi asla bırakma, biri gülümsemene aşık olabilir
7. Bu dünyada 1 insan olabilirsin, ama birisi için bir dünya olabilirsin.
8. Zamanını seninle geçirmekle ilgilenmeyen biriyle zamanını harcama
9. Belki de Tanrı doğru kişi ile karşılaşmadan önce yanlış insanlarla karşılaşmamızı istemiştir. Minnet duygusunu böyle tadacağız
10. Bir sona geldiğin için ağlama, onu yaşadığın için gülümse
11. Seni kıracak insanlar herzaman olacaktır, öyleyse güvenmeye ihtiyacın var, sadece dikkatli ol
12. Daha iyi bir insan ol ve yeni bir insanla karşılaşmadan o kişinin de senin kim olduğunu bildiğini ümit etmeden önce, kendinin kim olduğunu bildiğinden emin ol
13. Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler ummadığın zamanlarda olur

bugün


6.15 de başladı çokk hareketli günüm. Erkenden kalkmak zorunda bırakıldım, beykozda olmak gereklıydı benim için çok da alışık olmadığım bir saatte. Günün ilk saatleri pek güzel geçmesede hatta yolda uyuklasam da öğleden sonra oldukça güzeldi. Bayadır görüşemediğim ama çokk sevdiğim seldoşum aradı. telefonda hemen organize olduk hızlı bir telefon zinciri ve kızlar bizde toplanmaya karar verdik. Evde kimsenin olmaması da şansımızdı esasında, gezmeyi en az benim kadar çok seven canım annem de evde yoktu, reşat’ın da akşama kadar dersanesi vardı. Ee haliyle ev bize kaldı. Yihhuuuuuu!
Sarıyere yaklaştıkça havada bize oyun oynuyodu sanki, leventteki o masmavi bulut topluluğu yerini kara çirkin kızgın bulutlara teslim etmişti. Kara bulutlara birde sulu kar eklenınce, suratım beş karış tabi. Bi güzel ıslandım, sırılsıklam oldum resmen. Ama hiçbir şey bu gunun guzel olmasına engel olamayacaktı. Ahaha hain bulutlar istediğiniz kadar bana oyun oynayın kararın, yağın hatta beni sırılsıklam edin ama bu gun güzel bir gün, hem de size rağmen! Marketten abur-cuburlar içecekeler de alındıktan sonra ağır poşetlerimle taksi bulma telaşesi içindeydim. Yok vallahi yok, 10 dk. sonra nihayet bi taksi bulabilmemin sevinciyle seldoşumu da yanıma alarak bizdeydik artık. Neco ve Şeydanın da gelmesiyle kızlar konseyi tamamdı artık. Mutfak konusunda pek de başarılı olduğum söylenemez kabul ediyorum. Sevmiyorum uğraşmayı, yemek yapmak hazırlamak hiç bana göre değil. Bu konuda benden oldukça becerikli olan sevgili arkadaşlarım sağolsun hemen hazırladılar bişiyler ve beni  muaf tuttular mutfaktan. Ben işin müzik, içecek ve organizasyon  kısmıyla ilgilenerek baya bir rahatladım. Uzun zamandır görüşememiştik, konuşucak epey şey varmış özlemişiz yahu birbirimizi. Yedik-içtik-güldük-eğlendikk ve bir daha arayı asla bu kadar açmamaya karar verdik. Heheh Şeyda ve benim muhteşem araba kullanma  maceralarımız baya gülmemize neden oldu. Şeydanın köprüde aynı arabaya üst üste 3 kez çarpışı, benim fren yerıne ısrarla gaza basmam ve bu araba neden durmuyor ki değip arabayı azarlayışım, otobüsü solama çalışmalarım, içinden çıkamayacağım bir yola girdiğimde yanımda kim varsa direksyonu ona satışlarımızz ve bir sürü yol anılarımız. Ha bu arada Selda ve şeydaa çok sigara içiyorsunuz yaa, yeşilaycıyım ben.  Resmen bu gun bende pasif içici olarak en az sizin kadar zehirlendim. En yakın zamanda bırakmalısınız kızlar olmaz böyle. İşte böyleydi bu gün baya erken ve çirkin başlayıp süper sonlanan bir gün. Nikotin miktarı oldukça fazla olsa da güzeldi güzellll. 

5 Mart 2010 Cuma

Cin Ali



Onunla minik bir çocukken henüz hayatı anlamaya çalışırken tanıştık. Şeker portakalı ya da küçük prensten bile önce okuduğum kitaptı cin ali. Okumayı benim gibi bi çırpıda sökenler için çok sevilen ancak sökemeyenler için işkence tanımının karşısında yerını almıştır bu sevimli kitaplar serisi. Cin ali adının aksine hiç cin değik tam tersi gayet saygılı bi çocukcağızdır, başından şapkasını hiç çıkarmadan okuma-yazma öğrenmeme direkt tanık olmuştur. Bu tatlı çöp adam kendini bana öyle bi sevdirdi ki ailesi, arkadaşları hepsi bi anda minik dünyama konuk olan ilk roman kahramanımdı, hatta sadece roman kahramanı olmakla kalmayıp, en sağdık arkadaşlarımdandı bir zamanlar kendileri.
İlk kitaplarımdandı çünkü cin ali serisi ne severdim ama, okumayı yeni öğrendiğimde elimden düşürmezdim, saçmaydı ama güzellerdi. Bir sürü kitabı vardı bende tatlı da bişiydi komikti de. Çöp adamın ismiydi cin ali, zayıftı, cılızdı ama çok tatlıydı. Cin aliyi sevmeyende yoktur heralde. Geçenlerde oyuncak müzesindeydim. İçeriye girer girmez gözüme ilişti cin ali kitapları. O an istem dışı gözlerim doldu, eskiyi anımsadım. Özlediğimi fark ettim. Küçükken her kitabında birlikte çeşitli maceralara atıldığımız minik çöp adam bu gün gözlerimin dolmasına neden oldu. Hem şaşkınlıktan, hem de mutluluktan. Özlemişim eşşek sıpasını. Ah cin ali ahhh. Neyse işte yine duygulandım birşekilde napiyim ama?
Fazla söze gerek yoook! Daha okumayı yeni sökmüşüz ilkokulda ve Cin Ali serisi elimizin elinin altında… Her vakit bulduğumuzda baştan okuyoruz… Okumamızı geliştiriyoruz hey gidi ne günlerdi değil mi?
Seviyorum seni cin ali. İyi ki vardın…

3 Mart 2010 Çarşamba

gerçekler

Hayat gerçekten de çok garip. Birinin üzüntüsü başka bir kişinin sevinci olabiliyor.  güzel bir haber aldı bugün hürmet, bebeği olacakmış. Sadıkla ikisi o kadar mutlular ki, güzel bir duygudur herhalde sevdiğin kişiyle senin bir parçan. 9 ay karnında taşıdığın onu içinde hissettiğin, senin canından, senin kanından, onu dünyaya getirecek olan sensin, senin o, ona sen can veriyorsun. Onlar bugün bu kadar mutluyken bazıları içinde hayatın en berbat günüdür belki bugün, belki en sevdiğini kaybetmiştir, belki depremde onun evi yıkılmıştır, belki annesidir dünyadan temelli giden ya da çocuğudur annesini yalnız bırakmak zorunda kalan, annesinin yanından alınan. Aynı gün farkı bedenlerde farklı yüreklerde beklide sadece 2 sokak  ötede işte böyle karmaşık ve zıt duygular, mutluluklar ya da acılar yaşanıyor. Aynı hastanede yeni doğan bir bebeğin  doğumdan sonra ilk ağlayışıyla mutluluktan gözleri dolan annenin sevinci, hastanenin diğer bölümünde soğuk iç ürpertici morgunda en sevdiğinin, canının bedenini teşhis etmek zorunda kalan,  o olduğuna inanmak istemeyen ama o olan annenin acı dolu feryadı. Aynı yerde aynı zamanlarda farklı ve zor duygular. yakıştıramazsın sevdiğine ölümü, kabul etmek istemezsin, reddedersin hayır dersin, o gidemez beni bırakamaz bırakmamalı dersin ama bilirsin ne dersen de gitmiştir giden almışlardır onu yanımızdan. Dünyadan gitme vakti gelmiştir birkere, ne yapsan boşunadır. Ne kadar ağlarsan ağla, isyan et, sitem et, kız, bağır… elden bir şey gelmez boşa bir çabadır bu, sen de çok iyi bilirsin aslında. Şuan ben bunları yazıyorum. Sevdiklerim yanımda, bir oda uzağımdalar ama, belki de şuan annesi için ağlıyordur o tatlı kız çocuğu, ya da tonton dedesi sonsuz uykuya yatmıştır genç delikanlının, eşini kaybetmiştir bekli de birileri ya da oğlunu…  kimbilir bekli de bir baba kızı için ağlıyordur, anneannesi yoğun bakımdadır ya da  birilerinin. belki de arkasından ağlayacak kimsesi yoktur bazılarının. Hayat böyle işte, bir garip.  Bir bebek daha dünyaya geliyor, her şeyden habersiz. En güvenilir yerde şuan, en temiz en saf haliyle hiçbirşey bilmeden, kötülük düşünmeden acı çekmeden…  belki bilse  dünyanın nasıl olduğunu ya da anlatsa ona birileri ya da ben anlatabilsem keşke bekli de hiç çıkmak istemez anne karnından, hep orda olmak ister ya da gelmekten vazgeçer birşekilde. Zor çünkü hayat gerçekten zor. Acılarla baş etmek hiç de kolay değil, anlatılanlar gibi değil çünkü  hayat, masallardaki gibi değil. Sonu hep güzel bitmiyor, her zaman iyiler kazanmıyor, eşitlik olmuyor, kimselere kolay kolay güvenilmiyor. önüne pürüzsüz bir yolun aksine bol çakıl taşlı labirentler çıkıyor çoğu zaman. Zaman geliyor yolunu kaybediyorsun, zaman geliyor keşke hiç bitmese diyorsun. Çok sevdiklerin oluyor ya da hiç sevmediklerin. Hayatına çok severek dahil ettiğin insanlar oluyor ya da hayatından çıkarmak istediğin ya da hayatından değil de hayattan gidenler. Hani keşke benim hayatımdan gitselerdi ama hayatta olsalardı dediklerimizden. İçinden çıkamayacağın zamanlar oluyor bazen, yarın hiç gelmiyor böyle zamanlarda, acı geçmiyor ne yaparsan yap dinmiyor uyusanda geçmiyor. Ve en kötüsü elinden bir şey de gelmiyor. Özlüyor-özleniyorsun, seviyor -seviliyorsun, üzüyor-üzülüyorsun  ağlıyor yada gülüyorsun. Kızıyor sonra hemen affediyorsun. Öyle ya da böyle yaşıyorsun işte. Tüm duyguları yaşayarak tüm ruh hallerine bürünerek, gök kuşağının tüm renklerini hayatına dahil ederek, siyah ve grilerle tanışarak. Deneyerek, iyi yada kötü tecrübelerle,  sağa sola saparak, doğru ve yanlışlarla. Sevdiklerin ve nefret ettiklerinle… 

Kaan Sezyum "Kendimi tanıştırayım" ahh ahh

Ben senin kötü zamanınım. Otobüsü kaçırdığın anın, patronundan posta yediğin an ensendeki soğuk terim. Ben gözüne kaçan ama bir türlü çıkmayan kirpiğinim.
Sevmediğin birine attığın sahte gülüsemenim.
Aklında olan ama söyleyemediğin şeyim.
Hızlı hızlı atan kalbin ve kontolünü kaybeden dizlerinim.
Gün ortasında gelen mide bulantısıyım.
Soğuk havada ensene düşen tombul yağmur damlasıyım aynı zamanda.
Kapı kulbuna takılan en sevdiğin elbisedeki yırtığım.
Ben senin kusurlarınım, ulaşamadığın isteklerinim.
Sessiz bir odada seni ürküten ağzı kapalı pet şişe sesiyim.
Ben karanlık yolda seni rahatsız eden gölgeyim.
Pencerene vuran ağaç dalıyım.
Garip ses çıkartan bacakları kıllı bir böceğim.
Elmanın içindeki kurtlu bölümün en tatsız yeriyim.
İnsanların sana tuhaf bakışındaki ortak noktayım.
Gece geç saatte komşunun evinden gelen kavga sesiyim.
Balkon pervazında görmediğin yükseltiyim.
Arabanın camına vuran taş parçasıyım.
İşten çıkarken son saniyede sana patlayan fazla mesainim.
Tuvalet kuyruğunda bitmeyen sırada seni zorlayan idrar kesenim.
Mutfakta dolaptan üzerine düşen hamamböceğiyim.
Sokakta sana hırlayan köpeğim.
O köpeğin hırlama sesine gelen arkadaşları da benim.
Ben senin rahatsızlığınım.
Tatil gününde başına gelen tatsız olayım.
Yolda patlayan lastiğine giren inşaat çivisiyim.
Uykusuzluk çektiğin günlerde aklına giren uykusuzluk düşüncesiyim.
Herkesin senden daha iyi olduğu fikriyim.
Seni çalışmanın ortasında bölen laubali arkadaşınım.
Ortamlardaki gerginliğim.
Ben sürekli kazananım.
Senin arkandan sana bakanım.
Yukarıdaki her şeyi gören de benim.
Benden korkarken yaşadığın korku duygusuyum, garip değil mi?
Ben suyun altındaki görünmeyen dibim.
Dolaşan karaltı, evine girmiş olan hırsızın bıraktığı rahatsızlık hissiyim.
Beslediğin hayvanına çarpan arabanın şoförüyüm.
Kamyon altında kalan ilk bisikletinim.
Ben senin kötü saç kesimin, seçemediğin giysin, istemediğin bir anda ortaya çıkan yırtık çorabınım.
Ben sigaranı yakamadığın çakmak, bulamadığın kibritlerinim.
Kolunu vurduğun sehpanın köşesiyim.
Ben anesteziden önce son düşündüğün şeyim.
Hiçbir zaman olamayacağın ‘iyi sen’im.
Zamanında yapılması gereken ama yapılmamış işinim.
Eline inen çekicim.
Ağzına kaçan ufak sineğim.
Salatandaki kol kılıyım.
Pos makinesinin hata mesajını veren sesiyim.
Işıklarda karşıdan karşıya geçerken duyduğun fren sesiyim.
Kötü bir kokuyum, nereden geldiğim belli değil.
O içtiğin son yudum, çektiğin son fırtım.
Sabah uyandığında buzdolabında bulduğun içi boş su şişesiyim.
Ben senin biriken faturalarınım.
Ödemeyediğin kredi kartı borcunda her ay artan faizinim.
Genç yaşta ölen insanlara duyduğun üzüntüyüm.
Ben senin ölüm korkunum. Tuvalette elini attığın rulonun son turuyum.
Deliler gibi ağladığında kafanı koyduğun yünlü yastığım.
Buzdolabındaki bozuk yiyecek kokusuyum.
Evinin köşelerindeki rutubetim. Oradayım, seni görüyorum.
Darbeleri yaşadığın andaki çaresizliğinim.
Polisin suratındaki korkutucu ifadeyim bazen, bazen ise politikacıların yüzsüzlüğü, bazen de taptığın şeylerin yok oluşuyum.
Ben gerçeğim, sen değilsin.
Dakikada 80 kez atıp yaşlanan kalbinin kas dokusuyum.
Uzayan tırnakların ya da arabanın üzerine sıçan kuşun bokuyum.
Bazen sempatiklik yapmak istediğimde ise elindeki kâğıt kesiğinin sızlamasıyım.
Suratına yediğin ilk tokadın yıllar sonra acı sızlamasıyım.
Ben karabiberliğin yerine geçmiş tuzluğum.
Ben senin çaresizliğinim.
Ben duşta kesilen elektriği kesen santralde, kötü gömleğin içinden görünen elim.
Ben arayıp da bulamadığın TV kanalıyım.
Ben akşamları evde zorla izlemeye çalıştığın dandik komedyenim.
Ben seni hiçbir zaman güldürmeyenim.
Ben çok sevdiğin birisini kaybettiğin zaman yaşadığın derin üzüntünün içindeki yalnızlık korkusuyum.
Ben kaybolan eşyanım. Evde unuttuğun kapı anahtarını tutan anhtarlıktaki sevimli maskotum.
Ben otobanda gördüğün ezilmiş hayvanlarım.
Ben duruyorum, sen ise gidemiyorsun.
Ben yaşayamadığın mutlulukları sana hatırlatan mineralim.
En kötü zamanda gelen başağrısıyım. Bir-iki dalga içinde kaldığında yaşadığın uyduruk boğulma hissiyim. Genzini yakan tuzlu suyum.
Öksürüp de kurtulamadığın gıcığım.
Güzel bir günde dışarıdayken seni saran sıkıntı duygusuyum.
Ev kapısının kırık kilidiyim.
Ben beklenmedik zamanda ortaya çıkanım, sen ise hep bekliyorsun.
Ben ‘Son bir isteğin var mı?’ sorusundaki vurguyum.
Ben yaşadığın kazıklarım.
Ben aklındaki yanlış düşünceyim.
Kırılan kalem sesinin odanın içindeki yankısıyım.
Ben insanların seni sevmemesi duygusuyum.
Eline saplanan olta iğnesiyim. Ayakkabının içine kaçan köşeli taş parçasıyım.
Ben yükseklik korkunum.
Ben senin yalnızlığınım ve hiçbir zaman yanında değilim.
Ben çok güzel günde birdenbire ortaya çıkan saçma tartışma konusuyum.
Ben birbirini çok sevenleri ayıran inadım.
Ben ciddiyetim.
Ben görgüsüzlüğüm.
Hayatın boyunca senden kurtulmayan kötü alışkanlıklarınım.
Ben imrendiğin her şeyim.
Bana hiçbir zaman sahip olamayacaksın.
Ben sevimsiz iş arkadaşınım. Geri zekâlı patronunum. Hafta sonu evine gelen tatsız arkadaşınım.
Ben zorla bir şey yemeni isteyen kötü yemek yapan uzak akrabanım. Ben ağzına giren ojeli parmağım.
Ben en sevdiğin kıyafetine dökülen ve çıkmayacak lekedeki sabit maddeyim.
Ben sevmediğin bir sebzeyim. Sana dilini ısırtan yoldaki tümseğim.
Yanlışlıkla attığın mesajım.
Ben sana yalan söyleyenim.
Ben senin bencil arkadaşlarınım. Ben senin kötü sevgilinim.
Ben gece geç saatlerde çalan telefonunun melodisiyim, ayrıca seni arayan ev sahibin de benim. Ben çok üşüdüğünde üzerini örtemeyen battaniyenin eksik kısmıyım.
Ben mutlulukların olmadığı yerdekiyim.
Ben senin kıskançlığınım.
Otobüste yanına oturan geyikçi adamım.
Ben kaybedemediğin kiloların, fast food yedikten sonra beliren pişmanlık hissinim.
Ben değerini bilmeyen kişilerin gördükleri kötü özelliklerinim.
Ben ağlayamadığın zaman boğazını düğümleyen hareketi yapan kas grubuyum.
Ben senin çirkinliğinim.
Ben sana iyi gelmeyen yanlış ilacın içindeki etken maddeyim.
Kendinden utandığın anlarda seni terleten kalın giysinin sırtına batan etiketiyim.
Tanıdın mı beni?

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=947581&Date=27.02.2010&CategoryID=41

1 Mart 2010 Pazartesi

tek kelimeyle muhteşem bir şarkı-seni severdim


http://fizy.com/s/1agp9u  fazlasıyla güzel. anlamlı, duygusal. beğendim, hemde çook. of yani tam of of.


Seni Severdim

Yazık ne mazi yazık anlatmaya yoruldum
Sen benden vazgeçince ben o günde vuruldum
Yazık günah, ben oysa kardelen gibi
Acıyla boyveren gibi

Seni severdim hüznün koynunda
Seni severdim hem uyanık hem uykumda
Seni severdim ve sana rağmen
Yine severdim daracık ip boynumda
Sen aşkı anlamaz bilmez
Gül yansa ağlamaz sakin
Ben akmayan gözyaşında seni severdim
Sen hisli korkak savaşcı
Aşkı kime satmış hain
Ben her savaş meydanında seni severdim

Yazık ah mazi yazık bir yalnızlık bir vurgun
Sen benden vazgeçince ben o günde vuruldum
Yazık günah ben olsam pervane gibi
Ateşle can veren gibi

Seni severdim hüznün koynunda
Seni severdim hem uyanık hem uykumda
Seni severdim ve sana rağmen
Yine severdim daracık ip boynumda
Sen aşkı anlamaz bilmez
Gül yansa ağlamaz sakin
Ben akmayan gözyaşında seni severdim
Sen hisli korkak savaşcı
Aşkı kime satmış hain
Ben her savaş meydanında seni severdim

Her şey yeni başlıyor aslında.

En başarılı olmaya koşullanmış bir hayat… Sürekli koşan, amaçsızca koşan insanlar… Her zaman, her yerde, en önde olma telaşı… İkinci olmaya bile dayanamamak… Karşılaştırıldığımız  insanlar… Rekabet, kıskançlık, öfke, hırs… Küçük oyunlar, büyük gibi görünen insanlar, küçük yürekler… Yorulmak, durmak, nefes alamamak… Boğulmaya başlamak, öfkelenmek, daha çok öfkelenmek… Bunu hak etmediğini düşünmek, yüzünü kapıya doğru dönmek…Kapıyı çarpıp çıkıp gitmek! Gerçekten de her şey bitti mi şimdi? Çocukken neler hayal ederdim? Ne olmayı isterdim ? ama şuan hayalimin neresindeyim kim bilir. Oysa çocukken hayallerim çok daha farklıydı, burada 6 yada 10 yaşındaki bir çocuğun isteği çok mu önemlidir? Bu neden bana hayal kırıklığı yaşatsın ki! Boşver çocukluğumu, istediğim mesleği yapmıyorum diye hayatımın geri kalanı berbat mı geçecek? Boşver, geçen için yapabileceğim bir şey yok.  Aslında çok da doğru değil yani tam olarak öyle değil işte, zaman zaman istiyorum bu hayalimin gerçekleşmesini.  Küçükken en büyük hayalimdi yönetmen olmak. Bir sinema filminin altında ismimin yazılı olması falan. Hatta küçük kuzenlerimi toplar onlara çeşitli  gösteriler hazırlatırdım, çalıştırırdım koreografi falan hazırlar herkese izlettirirdim. Çok da beğenilirdi hatta, inanılmaz yaratıcıydım, başarılıydım da ama bu konuda, hiç mütevazilik falan yapamıycam yani kusura bakmasın kimse. İçimde varmış canım, taa küçüklükten bu yana.Dur bakalım daha yaşım çok genç yapacak çok şey var. Her şey bitmedi henüz, hatta yeni başlıyor belki de. Tuttuğunu koparan biriyim, aklıma bir şey koyarsam da yaparım, biliyorum.  Her neyse işte şimdi devam edelim.Biten bu dakikalar geri gelmeyecek. Biten günler, biten aylar, biten yıllar geri gelmeyecek. Her dakika hayatımız kısalıyor. O yüzden vazgeçemediğim hayallerimin peşinden koşmalıyım, koşmalıyız. Gerçekten ne yapmak istiyorum? Bundan sonra sadece buna odaklanmalıyım.İstemek ve başarmak, işte hepsi bu. Aslında her şey yeni başlıyor.

hep genç kalsam

Ben yaşlanmak istemiyorum.. yaşımı şöyle sabitleyebilsem keşke. Hep şimdi ki gibi kalsam 22 olsam, hadi biraz daha zorlayalım 25-26 falan olsun kabul vallahi kabul. Ama yaşlanmayayım. Bu ara pek fazla kurcalıyor bu düşünce beynimi hatta kurcalamakla kalmıyor direkt beynimi kemiriyor. Muhtaç olmayayım kimselere. hafızam hiç utandırmasın beni, sevdiklerimle ilgili küçüçük ayrıntıyı bile unutmayan ben evimin yolunu şaşırmayayım. sabahın köründe uyuyamamaktan dert yanıp ayağa dikilmeyeyim, heyecanlandığımda yine ekstra enerji saçabileyim etrafıma. gözlerimdeki parlaklık hiç bırakmasın beni. yüksek sesten rahatsız olmamalıyım hiçbir zaman içimden geldiği gibi şarkılar söyleyebilmeliyim şuan olduğu gibi. merdiven çıkarken tıkanıp yorulmamalıyım, nefesim her kesildiğinde mutlaka heyecandandır diyebilmeliyim. kanepede uyuyakalıp uyandığımda sırtım belim ağırmamalımevsimlere göre fiziki rahatsızlıklar ortaya çıkmamalı bünyemde, ilaçlarla pek haşır-neşir de olmayayım. gece yarısı yenilen yemeklere acaba mideme dokunucak mı beni rahatsız edicek mi dememeliyim asla. dışarıda kar yağdığında tıpkı şimdiki gibi gidip kartopu oynayabilmeliyim, yağmurlu havada yürüyüp, sahilde hep koşabilmeliyim. Kırışıklıklar istemiyorum vücudumda, göz kapaklarımda. saçlarım sadece şuan ki rengiyle kalmalı bir tel beyaz bile olmamalı, elimde bastonum yerçekimine yenik düşmemeliyim, otobüslerde kimse yaşımdan dolayı yer vermemeli bana, bayramlarda el öpen değil  de eli öpülen olmamalıyım kesinlikle. Gözlükler gözümde gazetenin  içine girip okumamalıyım. “Artık onu yapamam”, “Bundan sonra ne olacak ki”, “Ama ben yaşlandım artık” bu cümlelere yer olmamalı benim hayatımda, telafuz etmemeliyim bunları. Yaşlanmamalıyım işte, n’olurrr, lütfen lütfennnnnnn
Yaşımı sabitlesem ve hep aynı kalsam??
Öyle çokkk uzun yıllar yaşamak falan da istemiyorum ki şöyle 60-65 yılı şimdiki görüntümde sabitsek falan olmaz mı?

ezel

Ezel yaa ezel. aslıyla beraber resmen gözlerimiz dolarak izledik ezel’i. Nasıl bir aşktır bu? Biri birini nasıl bu kadar sever? Bir adam bir kıza nasıl böyle bakar? Birine nasıl bakılır böyle, allahımm o nasıl bir bakmadır öyle. Nasıl bir aşktır aralarındaki. Resmen imrendik, kıskandık, ahhh çekerek izledik. ömer ve eyşan (yine eskilerin amınsandığı bi sahne) ara sokakta, eyşan kaçıyor,  ömer arkasında. Sonunda yakalıyor eyşanı aralarında demir parmaklıklar. İkiside ağlıyor. Ömer öyle çok seviyor ki eyşanı, öyle güzel ve öyle gerçek seviyor ki onu, bize bu sevgiyi öyle güzel hissettiriyor ki. Sadece imrenerek gözlerimiz dolarak izliyoruz onların aşklarını. Ezel söz veriyor eyşan’a onu hep seveceğine koruyacağına onun yanında olacağına. Evlerinin hayalini bile kuruyorlar, en ufak detayı gözden kaçırmadan. İleride sahip olmak istedikleri köpeklerinin ismini bile kararlaştırıyorlar. Oyuncak at’ı, koltukları, bahçeyi.. her şeyi…ezel tıpkı geçmişte düşledikleri gibi bir ev hazırlıyro eyşan’a. Ama bunlar konuşulurken eyşan’a öyle bir bakıyor ki, kimse kimseye böyle bakamaz heralde. Öyle sahiplenerek bakıyor ki ona, öyle aşkla, öyle güven vererek bakıyor kii… ahh ahhh var mı böyle bir aşk dedirten cinsten yani.
Ezel dizisi beni çok düşündürüyor. Dürüst olmak gerekirse sıra dışı bir hikayesi yok. Ama hedef kitlesi olan Türk milletini tam kalbinden fethediyor. Haksızlık yapılan kişinin intikamı.. olduk olası çok severiz böyle hikayeleri. Özümüzde hepimiz çok duygusal insanlarız. Kötüden alıp iyiye vermeyi, yapılan bir kötülüğün intikamının alınmasını, karşı tarafı şaşırtacak şekilde oyunlar oynamayı ve kaybedeceğimiz düşünülürken son anda kazanmayı çok severiz. Ramiz Dayı'nın Kerpeten Ali'yi şaşırttığı, tabiri yerindeyse dumura uğrattığı her saniyede inanılmaz keyifleniriz. Severiz oyunlar oynamayı.. Elimiz en güçlüyken zayıfı oynamayı, en cesurken korkağı oynamayı, en bağımlıyken bağımsız gibi davranmayı... Neticesinde karşımızdakini şaşırtmayı ve gücümüzü göstermeyi.
Sonuna kadar mağduru koruruz, kollarız. Ezel'in kazanmasını isteriz ama bir yandan da kerpeten Ali'nin ne kadar pişman olduğunu anlayıp kıyamayız ona. İki duygu sömürüsüne kanarız 1 dakikada. Adam öldüren, en yakın arkadaşlarına kötülük yapan adamı, iki gözyaşı döktü diye affederiz hemen. Eyşan'ın bakışları sertken küfürler ederiz, ne kadar üzgün olduğunu anladığımızda kollarımıza alırız. Toplum olarak hiç dayanamayız göz yaşlarına. Ne kadar fevri tepkiler verip yakıp yıkıyorsak o kadar da çabuk affederiz herkesi. Duygusal insanlarız biz, kim bizi daha çok etkiliyorsa anında gideriz onun peşinden. Ta ki bir diğeri bizimle konuşup bizi etkileyene kadar...
İyi analiz yapmış senaristler. Hepsinin ellerine sağlık. Toplum olarak içimizi bu kadar kıpır kıpır eden, her bölümü mutlu sonla biten, sanki kendi zaferimizmiş gibi bizi gururlandıran bir diziye ihtiyacımız varmış. Ve Ramiz Dayının her cümlesinde bize öğrettiği özlü sözlere. Onun sayesinde şair olduk, düşünür olduk, özlü sözler kitapları alıp okur olduk. Artık her pazartesi akşamı mutlu ve gururlu uyuduğumuz gibi özlü sözler dağarcığımızda her hafta bir kademe daha gelişiyor.. Meğersem bizim Ramiz Dayı'ya ne çok ihtiyacımız varmış :)