11 Temmuz 2012 Çarşamba

Huzurevi değil, Huzur yeri !

Bugün meleklerle tanıştım, bugün meleklerle sohbet ettim, bugün bir sürü melek öptüm, bugün bir sürü melek gördüm, bugün bir sürü meleğin hayatına ortak oldum, bugün bir sürü meleğin duasını aldım, bugün kendimi uzun bir aradan sonra ilk kez bu kadar iyi hissettim!


Özenle hazırladım çiçeklerimi, dikenlerini temizledim  meleklerimin eline batmasın diye, en güzel gülleri seçtim, en kırmızıları, en az meleklerim kadar güzel kokanları..

4 kız çıktık yola “Melekler” yolculuğuna!

Boncuk boncuk gözleriyle dünyalar tatlısı tonton bir dede karşıladı bizi, meraklı gözlerle heyecan içinde sordu “kime geldiniz güzel kızlarım?”
-Hepinize amcacım, meleklerimize geldik biz,
Derken boncuk gözler daha mavi baktı bize,
“-gerçekten mi?, bize mi, bizim için mi?”
O an öyle mutlu gözlerle baktı ki amcamız bize..

İçimizi tarifsiz bir huzur kapladı, oksijen hiç bu kadar hissedilir değildi, amcanın gözleri-sözleri öyle kalbimize dokundu ki, içim acıdı o an, cız etti içimde bir şeyler.

Hem çok acı, hem çok huzur.

Bizleri gördüklerine öyle sevindi ki meleklerimiz.
Uzun bir süre yanlarında kaldım. Hepsinin anlatacak ne çok şeyi varmış meğersem.
Ne kadar konuşmaya ihtiyaçları varmış.
Dinlenilmeye, gözlerine bakarak onaylanmaya.

110 farklı hayat, hepsiyle olmasa da birçoğuyla tanıştım.

Mesela içlerinden bir tanesi Türkiye’nin ilk kadın Mimar’ıymış.
Anlattı kendini, ödüllerini, konuşmalarını..
Gurur dolu, ışıl ışıl gözlerle.
Öyle tatlı, öyle bilgili, öyle dolu dolu ki..
Türkçe bu kadar mı güzel konuşulabilir, her cümlesi bu kadar mı cümleler doğurabilir.
98 yaşında, ama hala çok güzel, çok bakımlı, tam bir hanımefendi.

Bir diğeri son sınıf Hukuk öğrencisiyken okulu bırakmak zorunda kalmış babası vefat edince, sırf kardeşine bakabilmek için.
Kardeşini okutmuş, annesini kaybetmiş,
Evlenmiş, kızını evlendirmiş.
Eşi kanser olmuş kısa süre sonra, eşini kaybetme korkusu yaşarken kızını kaybetmiş,
henüz 34 yaşındaymış kızı, ismi Gül.
Sonra da eşini.
Derken hayatında kimse kalmamış.
Sadece torunu, şimdi lisede okuyormuş.
6 yıl önce yerleşmiş buraya, eski Cihangirli.
Meğer bizim onlar için özenle hazırladığımız gülleri o yüzden istememiş.
“Gül”ünü kaybettiği için!
Yıllardır dokunamıyorum dedi bu yüzden güllere.

Tam o an boğazımda kocaman bir düğüm oluştu sanki, nefes alamadım. Ne hayatlar var, insanlar neler yaşıyor, neleri kaybediyor da hala yaşama sımsıkı sarılıyor, umudunu, yaşama sevincini kaybetmiyor.

Bir diğer amca hiç evlenmemiş, sadece kardeşim var bu hayatta diyor. 8 ay önce yerleşmiş buraya, 8 aydır da kardeşinin onu almasını bekliyor.
Anlatıyor da anlatıyor..  biz burada çok rahatız, geziyoruz diyor.
Sarıyer ve Emirgan’a kadar gidebildiğini ama başka yerlere giderse eğer yolunu kaybedeceğine adı gibi emin olarak anlatıyor. En doğal, en saf, en tatlı haliyle.

Bir diğerinin en büyük tutkusu resim yapmakmış, tüm koridorlar onun resimleriyle dolu, gururla gösterdi bize hepsini, hikayelerini anlattı.
Yuvasını gezdirdi bize, nerede yemek yediklerini, nerede sohbet ettiklerini, kermes alanlarını..

Beni en çok etkileyen bir başka olay da, ellerimizde o çiçekleri gördüklerinde bir teyze sordu bize,
bunları müdür beye mi vereceksiniz?
Hem meraklı, hem hüzünlü hem de umutlu bir ses tonuyla.
Hayır teyzecim, hayır, ne müdür beyi, bunlar sizin, sizler için.
Bizler sizlerin torunlarıyız, torunlardan sizlere bu çiçekler.
Sarıldı bize sım sıkı, gülüne baktı, bize baktı, bir daha sarıldı, sarıldı, öptü..
Sürekli teşekkür etti, düşünülmüş olmanın mutluluğuyla, kalbinin güzelliği gözlerine yansır derler ya hani, işte bu teyze de aynen öyleydi.

Söylemek istediğim, ben bugün hayatımın en mutlu gününü yaşadım.
Birilerini mutlu etmek, o mutluluğu gözlerinde görebilmek, içtenliği hissedebilmek..

Yazarken bile öyle heyecanlıyım ki.
Ağzım kulaklarımda hala.
Nasıl tatlılar, nasıl güzeller.

Her şeyden öyle mutlu oluyorlar ki.
Lütfen onları yalnız bırakmayalım, onlara bizler için ne değerli olduklarını hissettirelim.
Onlarla konuşalım, onların tecrübelerinden yararlanalım,  onlar bizlerin canı. Canımızı unutmayalım.
Onların bizlere en önemlisi de gençlere ihtiyacı var.
Bizim sevgimize, bizim de onların güzel kalplerine ve dualarına ihtiyacımız var.

Şuan bu yazıyı okuyorsan ve içince bir nebze de olsa kıpırdanma olduysa, benim milyonda birim kadar heyecanlandıysan bu satırda ve sen de gitmeye karar verdiysen ben gerçekten dünyanın en mutlu insanı olucam.

Lütfen git.

Sadece 2-3 saatini ayır. Dinle onları. Yeni hayatlarla tanış.

Ve eğer gidersen lütfen bana da haber ver olur mu? ;)

9 Temmuz 2012 Pazartesi

bekle bekle bekle

9 ay 10 gün. böyle başlıyor hikaye. beklemeyle değil de, beklenilen, özlenen "artık gel" olarak.
akabinde ilk emekleme bekleniyor büyük heyecan içinde,
derken ilk adımlar, ilk dişler, anne-baba dediğimiz ilk an, ilk kelimeler, ilk ayakkabı, ilk saç teli, ilk karalamalar, ilk okul deneyimimiz.. daha nicesiyle çoğaltılabilecek kadar ilkler. ilk heyecanların baş kahramanı olarak farkında olmadan yaşattığımız keyifli bekleyişler.

buraya kadar daha keyifli. çünkü kahraman biziz. bekleyen değil, beklenileniz. figüran değil, başrol oyuncusuyuz. insanların etrafında pervane olan değil de, dünyanın en merkezindeyiz. hatta öyle merkezindeyiz ki; her şey bizim istediğimiz gibi: herkes uydumuz.

gelelim sonrasına.
yani arkaya dönüp baktığımda daha hatırlanabilir olaylara.

beklemek.

dünyanın en sevimsiz ama dünyamın en merkezindeki kelimem. oldukça gerçek olan.

ilkokula başladığım yıl anladım hayatımın hep bir şeyleri "beklemek"le geçeceğini.
onu içeri buyur etmeden "hoş geldim" dedi bana en sıkıcı haliyle. kabul etmeme gibi bir seçeneğim olmadığını kafama dank ettirircesine yerleştirdi.

7 yaşındayken en büyük hayalim günleri değiştirmekti. okul günlerini. her çocuk gibi 5 gün tatil, 2 gün ders!
bu fikrimi öğretmenime de anlatmıştım, hatta ondan izin istemiştim gidip müdürle konuşmak için. geçerli sebeplerim vardı çünkü.

sadece gülmüştü bana. sanki çok komikmiş gibi. ilkokula dair hatırladığım en net anılarmdandır bu. ve yaşadığım en büyük hüsran da bu.

yani anlayacağınız tatil olayını halledemedim, tüm arkadaşlarım bana güvenmişken ben bu gerçeği değiştirememiştim. sonradan anlayabildim olayın bizim müdürle bir ilgisi yokmuş. ama bu açıklamayı keşke bana öğretmenim yapsaydı, gülmeseydi de anlatsaydı. anlardım ben onu. istediğim sadece açıklamaydı. hepsi bu.


sonrası hep tatilleri beklemekle geçti.
haftasonu tatilleri, sömestr tatilleri, bayram tatilleri, yaz tatilleri..

sonra yazılı-sınav sonuçları..
öss sonuçları..
vize-final sonuçları..

yani hep bekledim.
hep bekledik.
hep bekledin.
hep bekliyoruz.

reşit olmayı,
18 yaşında olmayı,
arkadaşını,
filmin gösterime gireceği tarihi,
uçak biletinin geleceği tarihi,
yazlığa gideceğin günü,
o beğendiğin ayakkabının indirime gireceği tarihi,
maaş gününü,
banka kuyruğunu,
yazın gelmesini,
maç sırasını,
25T'yi-59RS'yi
mesaj atmasını, 
aramasını,
mülakat sonucunu,
sabah olmasını,
çilek-erik mevsimini,
Ezan okunmasını,
regl gününü,
okulun biteceği günü,
hayatının aşkını (!)

çoğaltılmaya öyle müsait bir liste ki bu..
şimdi aklıma gelenleri sıraladım sadece.

demek istediğim şu, hayatımız sürekli beklemekle geçiyor.
gerekli-gereksiz-saçma-önemli-komik-heyecanlı hissettirdiği duygudan ziyade hep bekleyecek oluşumuz ve beklemek zorunda bırakıldığımız durumlar beni sinir krizlerine sokmaya yetiyor. yetmek ne kelime, artıyor hatta.
bahsettiğim şey normal seyrinde devam etmesi gereken "beklemek" değil elbette.
bazıları su içmek gibi, tuvaletini yapmak gibi, nefes gibi..
keyfi değil aksine yaşamın gereklilikleri.
mecburi ve olması gereken bekleyişler.

bu bekleyişler için bolca anlayışım ve sabrım var tabii ki.
beklemek tartışmasız hayattaki en zor eylem. ama aynı zamanda insanı güçlendiren, büyüten, öğreten, tüm olumsuzluklara inat hayatta dim dik durmanı sağlayan mucizevi gerçek. bekledikçe beklemeyi öğreniyorsun. sabrediyorsun, şükrediyorsun..
beklemenin hayatının sonuna dek süreceğini zaten biliyorsun. -ki hepimiz öleceğimiz günü bekliyoruz.

ama diğer bekleyişler için aynı sabrı ve anlayışı kimse benden beklemesin.
onları mantık süzgecimden geçiremiyorum.
geçiremeyeceğim de.

kısacası,
ben beklemekten çok sıkıldım.
ben beklemekten çok bunaldım.

ben artık kimseyi, hiçbir sebebi, nedeni, olayı, durumu, olasılığı, olağansızlığı, acabaları, "ama" ya olursaları, hiçbir ama hiçbir şeyi beklemek istemiyorum.

söylemek istediklerimi anladıysanız ne ala,
anlamadıysanız,
anlamanızı da beklemeyeceğim.
dedim ya, ben artık aklınıza gelen her şeyin, hiçbir şeyini beklemeyeceğim.

yürümek isteyen yanımdan yürür.
ben kimseyi beklemiyorum.