31 Ekim 2010 Pazar

Pembe dünya, yok öyle birşey..

Düşünün şimdi. 2 katlı beyaz ahşap bir ev,  pembe panjurları olan bahçesinde rengarenk çiçekler, çeşit çeşit meyve ağaçları bulunan. içinde hep güzel insanların hep mutlu insanların yaşadığı. dert yok, üzüntü yok, ölüm yok, sıkıntı yok, tartışma yok, hatta internet bile yok. ne kadar gerçeklikten uzak oldu değil mi? ancak Türk filmlerinde rastlarız bu yaşantılara. gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan. asla gerçek olamayacak kadar yalan olan.
kimin yaşantısı böyle ki? hepimizin var mutlaka sıkıntıları; işle alakalı, aşkla alakalı, maddiyat, hastalık, ölüm, ailevi sorunlar vs. vs.. uzayıp gider böyle.

O yüzden inanmayın o pembe masallara, adı üzerinde 'masal'. hani çocukken annelerimizin bizi uyutmak için okudukları masallar. dinlerken uykuya daldığımız, kahramanların uçabildikleri, hayvanların konuşabildikleri, bir öpücüğe pamuk prensesin uyanabildiği türden masallar. keşke gerçek olabilse dediğimiz fakat bunun hiçbir türlü olabilitesinin olamayacağı sadece çocukluk yani saflık dönemimizde inandığımız cinsten olabilecek türler.

Düşünsene şimdi benim köpeğim benimle konuşacak, fareler kuşlar beni baloya yollamak için seferber olacak, balkabağından arabalar, atlardan şovalyeler yapılacak. jetgillerdeki gibi küçücük bir çanta tüm elektronik eşyalara dönüşecek. uçağım cebimde olacak, bir el şıklatışa arabam olacak. Richie rich kadar zengin olucam, tam öldüm derken yakışıklı prens gelip beni uyandıracak ve gözlerimi açıcam. tom&jerry gibi arkadaşlarım olacak.. haha komik di mi? aslında ne süper olur, düşünsene bi. off müthiş.

neyse canım, bayya saçmaladım. sonuca gelelim; pembe bir dünyada yaşamıyoruz, çoğumuzun pembe panjurlu bir evi dahi yok. gerçekler gözümüze gözümüze sokuluyor. istediğimiz herşey istemediğimiz zamanlarda istemediğimiz şekillerde çıkıyor karşımıza vs. vs.

mesela ben;  şimdi azcık ders çalışmam gerekiyo. bak bu da bi gerçek. pofff!

ps. bu yazıyı bi ara düzelticem, baya sallamasyon oldu. farkındayım.

28 Ekim 2010 Perşembe

Neden?

küçüklükten beri böyleyim; daima bir şeyler soran. hep soran hiçbir zaman sus/a/mayan. Ve bazı şeylere hiç cevap bulamıyorum, hep soruyorum neden? neden? neden?

Neden en lazım olacağı zaman telefon bozulur (bkz. şuan ben!)
Neden illaki acil mail atmam gerektiğinde mutlaka int. olmaz?
Tv. de mükemmel bir film varken neden elektrikler kesilir? ve sonrasında neden banyo yapamam?
Neden hiçbir şey en başındaki gibi güzel olmaz?
Neden ölüm var, ya da bunu kabul edersek neden bu kadar koşuşturma?
İnsan kaderini kendi çizermiş! (yalan) peki neden sevdiklerim ebediyen benimle değil? nerde çizdiğim kader?
Neden çok acil bir işim olduğunda hep trafiğe yakalanıyorum?
Neden istediğim herhangi birşey o an benim olamıyor?
Neden hep erken kalkmak zorundayım?
Neden güzel olan herşey hemen bitiveriyor?
Neden hep yaz değil?
Neden herkes eşit şartlara sahip değil?
Neden bu sorulara hiç cevap bulamıyorum?

24 Ekim 2010 Pazar

Böyle işte!

Değişik bir yerde yaşıyoruz biz.

hem sonuna kadar bizim, hemde hiç bizim olmayan. Binlerce insanın uğrunda kan döküp savaşarak bu ülkeyi kurduğu ama canı isteyenin tek başına satabildiği, sattığı.

Kimsenin kimseye saygısının olmadığı
600 lira ile insanların geçinmesini beklediğimiz, bırakın çocuğuna oyuncak almayı evine çoğu kez ekmek alamayan babaların yanı sıra bazı çocuklara! gemiler alıyor babaları. işte şanslı kesim diyorum ya.

Pizzacılar daha hızlı hizmet veriyor mesela ambulanslardan, çok daha çabuk geliyorlar. 
dedim ya değişik yer burası.

İstediğini söyleyemezsin,  düşünürsün ama söyleyemezsin. Söylersen abuk bahaneler bulur kapatıverirler bir yerlere. hani güçlüler ya.

herkes kendini büyük adam sanır buralarda, ama bilemezler en önemlisinin insan olmak gerektiğini, sadece insan.

Kaba kuvveti, laf kalabalığını maharifet sanarlar birde, susmanın büyüklüğüne erişememişlerdir ki, kızmamak gerekir o yüzden.

Atatürk'ü de anlamaz bunlar, onun gibi düşünemezler ki; kapasite meselesi.
Bilmezler onun bu ülke için yaptıklarını, bizim onu neden bu kadar çok sevdiğimizi. Bir çok şey için sonsuza dek ona minnettar olduğumuzu. Onun nasıl bir Kahraman olduğunu, Adam olduğunu, her şeyden önce İnsan olduğunu..

O yüzden adam diyebileceğimiz kişi sayısı azdır, çok az.

Bizler ileri dedikçe, onlar geri çekmeye çalışırlar bizi. zihniyet farklıdır.
çok tuhaf yer değil mi?
kim haklı kim haksız belli değildir çoğu kez. işlerine nasıl geliyorsa öyle davranırlar.

normal, olması gereken, hatta çok önceden olması gereken şeyleri henüz  yapıp anormal tepkiler vermemizi beklerler bir de, nasıl bir saçmalıktır belli değil.

ve hiçbir şey olmaz bunlara, gerçekten öyle, hiçbir şey olmaz.
maalesef olmaz.
nasıl bir bünyeyse artık!

İtalya

Evet şimdi de burayı görmek istiyorum, İtalya.. Ne kadar güzel değil mi? Merak ettiğim her yeri görebilsem keşke, yok ama kafama koydum; görücem burayı.



17 Ekim 2010 Pazar

yanlış zaman doğru insan, ya da doğru insan ama yanlış zaman..

çok klişe bi laf vardır; doğru zaman doğru insan. nası yalan belli değil. hiç görmedim ben, bi insanda yani doğru diye nitelendirebileceğim bir insanda o doğru zamanda karşımda belirsin. yok öyle bişi, net. yok!. ya yanlış zamanda doğru insan çıkıveriyor karşımıza -ki onu da zamanın yanlışlığına karıştırıp kaybediyoruz bir şekilde ya da doğru zaman dediğimiz an yanlış olan kişiler giriyor hayatımıza ve doğru olan her şeyi yanlışa çeviriyor büs bütün. mutlaka bir yerlerde bir yanlışlar oluyor. doğrular yanlışlar karışıveriyor birbirine. doğru-yanlış da bana göre soyut bir kavram ya, kime doğru neye yanlış? ya da sadece bende mi böyle oluyor, onu da bilemedim. doğru diye kabul ettiğim zamanlarda yanlışlar çevreliyor sanki hayatımı, herşey yanlış giderken de doğru olanı bile seçemiyorum sanki. sadece arkasından bakabiliyorum. hani gittikten, iş işten geçtikten sonra derler ya, işte o misal. doğru olduğunu biliyorum ama yanlışlarımdan kurtulup yanına gidemiyorum ya da yanlış olduğunu bilsem bile o an hayatımdaki tek doğru o olsun istiyorum ya da o olduğuna inandırılıyorum!  ya da ben baya baya inanmak istiyorum ve inanıp sonrasında üzülüyorum. evet doğru olan bu. hemde doğru zamanda doğru olan!

10 Ekim 2010 Pazar

12ekim

günüme saatler kala ayrı bir heyecanlıyım.. evet bu ay benim ayım, bu hafta benim haftam. 12 ekime tapıyorum, doğduğum güne hayranım, doğum günüme bayılıyorum.

tipik bi teraziyim aslında, her ne kadar denge burcu olsada dengesizin başı oluyorum bazen. kabul. huysuzluklarım, şımarıklıklarım, kararsızlığımdan tutunda her şeyin en iyisini istememe kadar gider bu böyle. burcumun özelliklerini taşıyorum. zor değilim aslında, kendimi iyi biliyorum tanıyorum.
oldum olası bayılırım doğum günü kutlamalarıma, sevinçten ağlayarak biter her doğum günümün gecesi.. sevdiklerimin, ailemin, dostlarımın yanımda olduğu sayısız doğum günü geçirdim. hiç bitmeyen mumlar üfledim, sayısız pastalar kesip, en güzel dilekleri diledim etrafımdaki o mükemmel insanlarla..

en güzel diye ayıramıyorum hiçbir doğum günümü. hepsi çok özeldi, hepsi çok ayrıydı. ama geçen yıl mesela, çok çok çok güzeldi, sanırım azcık farkla geçen yıl biraz daha özeldi. sebebini söylemiycem, yazmıycam ama o gece özeldi, çok güzeldi. en güzel 12 ekimlerden biriydi. daha güzelini yaşayacağımı varsayarak en güzeli demiyorum, daha güzeli de olucak, biliyorum. ama yine de çok çok güzeldi. bir teşekkürde geçen yıl 12 ekimi böyle özel kılanlara gelsin o zaman..

tam 23 oldum şimdi, iyice alıştım sanırım 20 li yaşlara.. ya da alışmak zorunda mı kaldım? neyse kurcalamayalım çok fazla. henüz yaşımı saklayacak kadar büyümedim ben, hala küçüğüm! (yersen).

hep derim; 23. yaşımın çok güzel geçeceğine dair yoğun hislerim var, ve buna inancım oldukça fazla. yaşayıp görücez bakalım. bu kızın 6. hissi ne kadar kuvvetliymiş.

10.10.10 bugün. günüm yine muhteşem geçecek, sayısız mum üfleyip, en sevdiklerimle yine gecenin son ışıklarına kadar eğleneceğim, sayısız pasta kesip, milyonlarca dilek dileyeceğim. etrafım sevgi çemberiyle donatılacak, güven yumağı içinde en güvendiğim kucaklarda sevinçten ağlayarak bitireceğim günümü.. en tatlı yanakları öpüp, en sevdiklerim gün boyu benimle olacak.  eskisi kadar sık olmasada doğum günüm hatrına sınırsız şımarma hakkı yine bende olacak :)
gün benim günüm 12 ekim en sevdiklerimle benim olacak. günüm şimdiden kutlu olsun.

4 Ekim 2010 Pazartesi

28.09-03.10

beni tanıyanlar bilir, bu anı ne kadar uzun zamandır bekliyordum. nasıl heyecanlıydım, nasıl hevesli, nasıl merak içerisindeydim. salı gecesi ilk misafirlerimiz geldi, birbirinden tatlı 4 ispanyol. çarşamba günüde diğerleri 4 macaristandan 6 da polonyadan geldiler. 14 kişilik sevimli grup + sam ve ben. beraber geçidiğimiz 5 gün içinde birbirimizi o kadar sevdik, o kadar alıştık ki.. o kadar bizden biri oldular ki.. tüm istanbulu gezdik, tabiri caizse istanbulun altını üstüne getirdik. çılgınlar gibi gezdik, deli gibi eğlendik.. sabah erkenden uyanıp, gece yarılarına kadar geçen 5 mükemmel gün. hepsine çok alıştık, çok çok sevdik.. şimdi sırada macaristan var, şubat sonu. ardından haziranda İspanya ve kasım da da polonya.
o tarihleri iple çekiyorum. zaman su gibi aksın, hemen ama hemen o tarihler gelsin. yine görüşelim, yine gezelim, yine yine yine eğlenelim. evet ben şimdiden çok fazla özledim onları, çok alıştım onlara. çok fazla sevdim, güvendim. aramızda değişik bir bağ oluştu hepsiyle. hepsi o kadar içten, o kadar şeker, o kadar tatlı ki.. küçük bir itiraf; ben en çok ispanyolları sevdim. hepsini çok sevdim ama onlar bir ayrı nedense.

bir an önce yeniden görüşeceğimiz tarih gelsin, bir an önce yanlarına gideyim. haa bu arada ben şimdi şu pasaport işimle bi uğraşmalıyım. ayrıca bişi daha var; o pasaport fotoğrafları nasıl bir iğrençliktir sorma. leş!