19 Ekim 2013 Cumartesi

pazartesi

pazartesiler hiç sevilmez ya, 21'indeki pazartesi ya bu ön yargımı kıracak ya da sevimsizlik haznesine + puanlar katarak yoluna devam edecek.
umarım şansını iyi değerlendirir ve kendini en az cumalar kadar güzel kılmayı başarabilir.

sev beni pazartesi, üzme.

lütfen.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

24.07*2

geçen sene tam şimdiydi.

hastanenin yakınlarında bir kaldırıma oturmuş 2 saat durmadan ağlamıştım, hıçkıra hıçkıra.
tanımadığım bir adam peçete uzatmıştı, anlatırsan dinlerim demişti, ama sakın ağlama, yakışıyor mu bu güzel gözlere ağlamak deyip susturmaya çalışmıştı beni.

geçti artık, bitti.

seni çok seviyorum annecim.
sana hiçbir şey olmasın, bana olsun ama sana olmasın.

hep iyi ol.

31 Mayıs 2013 Cuma

31.05.2013

31.05.2013

bugünü sakın unutma aybikem. kimsenin unutmasına da izin verme sakın!

10 Nisan 2013 Çarşamba

Pragma

                         


Uzun zamandır ilk kez bir oyunu bu denli çok görmeyi istedim. Ne zaman bilet almaya yeltensem oyun kapalı gişe oynadığından ya bana uyan tarihe bilet bulamadım ya da bilet olan tarih bana uymadı. 9 Nisan İstanbul'daki son oyun. Her ne olursa olsun gitmeliydim. Ve sonunda biletimi aldım. Hem Buğra Gülsoy ve Serhat Teoman'ı tiyatroda çok merak ediyordum, hem de Pragma'nın konusu beni fazlasıyla cezbetmişti. 

Pragma GET yapımın sahneye koydukları ilk oyun (yanlış hatırlamıyorsam) Get yapım Buğra Gülsoy-Serhat Teoman ve Emre Erkan'ın birlikte kurdukları şirket. Kendi deyimleriyle, şımarabildikleri yer. Emre Erkan ve Mert Öner'i daha önce tanımıyordum, bir de Sertaç Arı'yı. Onları bu oyun sayesinde tanıdım.

Oyun birbirinden farklı dönemde yaşamış Ted Bundy, Andrei Chikatilo, Albert Fish, Richard Ramirez ve Charles Manson’ın hayatlarına gönderme yaparak “Onlar gerçekten suçlu mu? Yoksa suça itilmiş insanlar mı?” sorusuna cevap arıyor. 

Başka bir değişle, siyahın içindeki beyazı anlatıyor bize. Beyazın siyaha dönüş hikayesini seriyor gözler önüne. 'neden'i-'niçin'i sorgulatıyor. 

Psikoloji, çok içinde olduğum ve uzun bir süre derslerini aldığım bir alan. Oyunun konusu da Psikoloji üzerine kurulunca çok benlik oldu haliyle.

Pragma farklı çevre-aile ve farklı suçlardan dolayı bir arada olan bu 5 katilin üzerinden bir Tiyatro oyunu kurgusunun yapılabileceğini sergiliyor izleyicilere. Seçilen seri katillerin ortak özelliği ise hepsinin Dünya üzerinde ilk 10'da yer almaları ve hepsinin idama mahkum edilmiş olması. Oyunun konusunun alışa gelmiş olmamasının yanında sergileniş biçimi de oldukça farklı ve ilgi çekiciydi. 

Salona girerken ortada bir küp görüyorsunuz ve oyuncular bu küpün içinde yerini almış ve bizler yokmuşcasına hareket halindeler. Herkes yerleştikten sonra oyun başlıyor. Oldukça gerilimli, kanlı ve bunun yanında seyirciyi fazlaca tatmin eden bir oyun. Oyunu izlerken kaç kez sıçradım hiç bilmiyorum. Serhat Teoman'ın Mert Öner'in boğazını sıktığı sahnede neler hissettiğimi, nasıl zor yutkunduğumu  anlatamam bile.

Oyuncuların hepsi inanılmaz başarılı. Hepsini çok beğendim. 

Buğra Gülsoy, tıpkı Kuzey Güney'de izlediğimiz gibi. Rolün hakkını fazlasıyla veriyor. 

Mert Öner ve Emre Erkan'ı daha önce izlemediğim ve tanımadığım için kendime kızdım. İkisi de çok iyilerdi. Mert Öner öyle yaşayarak oynadı ki. Sanırım role en yakın rol yapmak böyle bir şey. İnanılmazdı.

Serhat Teoman'a gelince. Bir sahnede öyle öfkelendi ve bağırdı ki. Sanki o küpün içinden çıkacak ve birimizin boğazına yapışacakmış gibi hissettim. İlk kez bir oyunda, bir oyuncudan çekindim. Bana bu ilki de yaşattı Pragma.

Gelelim Sertaç Arı'ya. 70 dk boyunca hiç kıpırdamadan uzandı sahnede. İddiaya girdik, bu kesin şişme bebek diye. Sonra bir de baktık ki, Sertaç Arı. Kendisini de çok tebrik ediyorum. Sonuçta ekip oyunu bu.

Oyunun genel toparlamasını yaparsak, alışa gelmişin dışında bir oyun. Tiyatro oyunu izliyor gibi değil kesinlikle. Tanıklık ediyorsunuz olaylara. İtirafları dinliyor, etrafı sorguluyorsunuz. Suçlu gerçekten suçlu mu? Suça iten daha mı suçlu? Suçlular suça itilen insanlar mı? diye düşünüp duruyorsunuz oyun sonunda.Yargılarını tekrar  değerlendirebileceğin düşünce balonları oluşturuyor kafanda.

Umarım tekrar oynarlar. İzlemeyenler varsa ya da benim gibi bir daha olsa yine izlerim diyenler varsa, -ki var, biliyorum. Bizler için İstanbul'da tekrar olsun bu oyun. lütfen.


                           


                                       

*aybikem'in notları;

Oyunun bir bölümünde ışıklar kapanıyor ve ben o an oyuncuların o küpün içinden çıkıp bizlerin yanına geleceğini düşündüm. Hatta çıkışta sohbet ettik, birçok kişi aynı şeyi düşünmüş, beklemiş.
Serhat Teoman elini cama dayayıp öyle gözünün içine bakıyor ki.. sen rahatsız oluyorsun bu bakışlar karşısında ( hayır ben olmadım) ama o olmuyor. Bakıyor öyle. çok da güzel bakıyor.
Bir replikleri var, -ki biz Petek'le eriyip bittik. "-Yanına gelicem, sevicem seni, okşuycam. İnanmıyorsun di mi?" biz inandık, ama gelmedin, gelmedin :))
Serhat Teoman yakışıklılığının, beğenildiğinin çok farkında. oyunu izlerken hissediyorsunuz siz de zaten.  hani Ramirez hala hayranlarıyla yazışıyor ya, ben de bu katille yazışabilirim. öyle yani. 
daha çok yazarım da, gerek yok. ilkokulda yazılan platonik aşk mektubu seviyesine kadar indim, farkındayım da. napiyim? :)


                    

merak edenler için, oyundaki seri katillerin profilleri;

Buğra Gülsoy “Ted Bundy”:  (24 Kasım 1946 - 24 Ocak 1989) tık-tık
Serhat Teoman “Richard Ramirez” (28 Şubat 1960 ) tık-tık
Emre Erkan “Andrei Chikatilo”:  ( 16 Ekim 1936) tık-tık
Mert Öner "Albert Fish": tık-tık




Yazan-Yöneten: Buğra Gülsoy          
Sahne Tasarım: Kaan Güreşçi
Yönetmen Yrd.: Ezgi Bakışkan
Reji Asistanı: Koray Tahir Ön
Asistan: Z.Sevi Yılmaz
Makyaj: Ebru Süren
Afiş Fotoğrafı: Mehmet Turgut
Afiş Tasarım: Berkcan Okar
Andrei Chikatilo: Emre Erkan
Albert Fish: Mert Öner
Richard Ramirez: Serhat Teoman
Charles Manson: Sertaç Arı
Ted Bundy: Buğra Gülsoy


3 Nisan 2013 Çarşamba

bitti

daha önce uzun uzun yazmıştım başımızdan geçenleri. geçen yaz 24.07'de nasıl da hayatımız değişti vs.
o günlerde bu zamanları asla hayal edemiyordum. her şey kötüydü sanki, kötü hep sabitti.
ameliyat, ardından kemoterapi, radyoterapi derken hepsi bitti şimdi.
son kez hastanedeydik. artık her sabah erkenden hastanelere gitmek yok. canının yanması yok, gün saymak yok.

3 aylık rutin kontroller olucak şimdi, 5 yıl devamlılıkla. bu süreçte umuyoruz ki tüm tahliller de bizi mutlu edecek sonuçta olacak ve kanser tamamıyla hayatımızdan çıkıp gidecek. bir daha geri dönmemek kaydıyla!

bu arada tüm Maslak Acıbadem ekibine sonsuz teşekkür ediyoruz. 

annemin tüm doktorlarına, hemşirelerine, danışmanlara, tüm personele. 9 aydır evimiz oldu adeta orası, bu süreçte öyle güzel ilgilendiler ki annemle. iyi ki doktorlarımız var. 

31 Mart 2013 Pazar

görmem lazım!


öncelikle tabii ki Paris :)
İtalya Portovenere-Venedik-Alberobello
Tanzanya Safari
Malezya
Plitvice Gölleri Ulusal Parkı, Hırvatistan
Capilano Asma Köprüsü, Kanada
Hava Kandili Festivali, Tayland
Kuzey Işıkları, İskandinavya
Brezilya-Rio Karnavalı
Hollanda-Amsterdam
Yeni Zelenda

18 Mart 2013 Pazartesi

rüya

saçma rüyalar serim tüm hızıyla devam etmekte.
dün gece sabaha karşı yine böyle bir rüya gördüm, çok gerçek gibiydi. o yüzden yazmak istedim.

olay yeri bizim ev.
kahramanlar, ben, damla, fatma hanım (bizim okulun muhasebecisi) bir adam ve ablası.

o adam tıpkı dişleri çirkin olan adama benziyordu (bu kez diş görmedim, sadece arkasını gördüm)

sabah 5 e doğru uyandım ve tekrar yattım, işte sonra başlıyor olay.

ben-damla ve fatma hanım benim odamda yatıyoruz. o adam, reşatın odasında (reşat kardeşim) ablası da reşatın odasının yanındaki odada kalıyor.

adam odada traş oluyor, damla ve fatma hanım arka bahçeye gidiyor (hava henüz aydınlanmamış) ben de tam onların yanına giderken o ablası yanıma geliyor ve gece sen uyurken kollarına baktım sen hap kullanıyorsun diye saydırıyor bana bir sürü. nasıl ağlıyorum ben, hayır diyorum, ben sigara bile içemem, ne hapı diyorum ama ikna edemiyorum :(

ağlayarak arka bahçeye gidiyorum ben de, tam o sırada o adam camdan beni görüyor ve n'oldu diye sesleniyor arkamdan.

git ablana sor diye ağlıyorum ben yine. geliyor yanıma, sakinleştiriyor beni, üzülme, bakma sen ablama diyor ama ben hala ağlıyorum :(

sonra tam rüyamın devamı olacakken, saat 6.30 oluyor ve lanet alarmım çalıyor.

"hayır ben kullanmıyorum, ablan bana inanmıyor ben kullanmıyorum" diyerek uyanmak zorunda kalıyorum.

yataktan fırladığım gibi reşatın odasına koştum, acaba o adam hala orada mı diye. öyle gerçekti yani.

adam yoktu, ben de okula gittim.
rüya bitti.
günaydın aybikem!

özle(me)

Özleyeceklerim
ailem
yaz
ilkbahar
barcelona
umarım bir gün paris
dondurma
kahkahalar
sabah banyoları
çilek
damlayla beraber bilmediğimiz sokaklar
erik
saklambaç
karaköy-bej
Ada
çikolata
sahilde yürüyüş
steve jobs
lunapark
midnight in paris
kilyos
bisiklet
tiyatro
o
deniz
defterlerim
tenis
dua
ovit
mete
müzik
yazmak

Özlemeyeceklerim

birilerine katlanmak zorunda kalmak
televizyon
siyaset
hiçbir zaman çekmeyen digiturk
turkcell
hastane (MASLAK ACIBADEM)
e-mail
çevremdeki bir sürü kişi
cenaze
akp
saç kurutma makinesi
ütü
makyaj temizlemek
sabah alarmları

13 Mart 2013 Çarşamba

Dünya'yı iki elinin arasına alabilir misin?

"Dünyayı iki elinin arasına alabilir misin?" dedi kız.

gülümsedi oğlan, yavaşça yaklaştı..


ellerini yanaklarına koydu kızın,  


-bak dedi 


"-dünya avuçlarımın içinde şimdi"


12 Mart 2013 Salı

kırmızı.

bir trafik lambası getirin şimdi gözünüzün önüne. yönetir durur, arabaları, insanları. ona göre dururuz, geçmek için hazırlanırız, tamam artık geç dediğinde de geçeriz.

sen de aynı öylesin. yoruldum artık, anlamıyorum seni.

tam sarı ışıklar saçıyorsun, bu kez oldu diyorum, tamam diyorum, sinyal üzerine sinyal veriyorsun, sarının tüm tonlarını gösteriyorsun bana. yeşilin yanmasını beklerken ben, sen kırmızı ışığa bürünerek durduruyorsun beni.

buna da tamam diyorum. olmadı, olmuyor, olmayacak diyorum. alışmamışım ya zaten sana, çok kolay kabul edebiliyorum olmayışını. işte ben tam kendimi bu olmamışlığa alıştırıp kabul ettirmişken sen yine sarı ışıklar yakmaya başlıyorsun; yeşile çok yakın tonlarda.

hiçbir renkte tam değilsin. ben sana hep çok sarı oldum, çok yeşile döndüm, dönmek istedim. kırmızının uzağından dahi geçmedim, istemedim geçmeyi.

şimdi yine aynı şeyi yapıyorsun. olmadık anlarda, olmadık şekilde yeşile dönen ışıklarını gönderiyorsun bana. yarın aniden kırmızı olabilirsin, bunu da biliyorum. netsizliğine, dengesizliğine, emin olamayışına, güvensizliğine, çok renkliliğine çok alıştım.

şimdi gel desen, tamam desen, hep yeşil desen..

benim rengim belli, kırmızı.

senin "sarı"na karşı, kırmızıyım.
senin "yeşil"ine karşı, kırmızıyım.

ben artık sana hep kırmızıyım canım.

6 Mart 2013 Çarşamba

defter

bazen çok dağınık oluyorum, ama dağınıklığım içinde her şey yerli yerinde. ulaşmak istediğim her şey elimi uzattığım yerde. masaüstünü görmeniz lazım, dosya içinde dosya, word belgeleri, pdfler vs vs. Uzun lafın kısası, güzel bir temizlik farz oldu. 2011 yazının fotoğraflarına rastladım bu temizlik esnasında. Sonra da çok kızdım kendime.
Barcelona'da biriyle tanışmıştık, japon tatlı bi' amca, uzun uzun anlatmıştı, aonra resmimizi çizmek istemişti, çizmişti falan.
Ajandası vardı elinde, 67 gündür yolculuktaydı, -ki baya daha devam da edecekti. Gittiği her yerin resmini çizmiş, küçük anektodlar tutmuş, minik bir hatıra iliştirmiş yanına; metro bileti, müze bileti, otel faturası, yemek fişi gibi.
üzerinden yıllar da geçse o defteri her açışında o günü tekrar yaşayabilecek, hissedebilecek, hafızasına küçük jestler yapmış, o günü unutturmayacak, çok belli.
istanbul'a da gelmiş bu gezi sırasında, Konya'ya, İzmir'e.. sadece gezmemiş, hissetmiş, yaşamış oraları, bize öyle bir anlattı ki İstanbul'u tekrar aşık oldum şehrime, teşekkür ettim Allah'a, beni İstanbul'da doğma lüksüne laik gördüğü için..
İşte sonra (yani üzerinden 1,5 yıl geçtikten sonra) kızdım kendime. Neden böyle bir şey benim aklıma gelmedi? neden bende bir gezi defteri tutmadım, neden tanıştığım insanların isimlerini o defterime not etmedim; şimdi o japon amcanın bile ismini hatırlayamıyorum!
hafızama güvenirim, yanıltmadı şu ana kadar (isimler dışında) ama keşke şu defter olayını ben de akıl edebilseymişim. Bugün ki aybikem hatırlar, ama 10 yıl sonraki aybikem? 40 yıl sonraki aybikem?
Hem ben böyle bir şeyi yapabilseydim çocuklarım-torunlarım için çok güzel olmaz mıydı? (çocuk? torun? ben ne diyorum:) )

16 Şubat 2013 Cumartesi

adını sen koy.


çoğunlukla böyle olur, o ilk cümleyi bulamam. belki beklemeyi biraz sevsem, biraz sabredebilsem gelecek o cümle ama..

bu gece nasıl uyuyabilirim bilmiyorum. baştan aşağı tembellik günü. pembe polar pijama, gri tshirt, tepeden topuz. çorap hiç giyemem zaten, öyle de sıkıntılıyım. (bunu neden yazdım ben de bilmiyorum)

uyuyan aybikem'e çok gülüyorum. yüz üstü yatarım ben, bir elim belime-göbeğime, diğer elim de mutlaka boynumla-göğsüm arasında gidip gelir. o el orada olmazsa uyuyamam. sabahlarız öylece. saçma mı geldi? ee öyleyim.

senin haberin yok ama ufacık-minicik bir rastlantı beni öyle heyecanlandırdı, öyle memnun etti ki. söyleyemedim sana, acaba gözünde küçük düşer miyim diye. sonra yine benzeri bir olay, sen söyledin, ben gülümsedim. haberin var ya da yok, beni çok mutlu ettin, teşekkürler.

4-5 gün önce çok güzel bir mail aldım. tanımadığım biri blogumu okumuş, "sen benim iç sesim olabilir misin acaba" yazmış. iç sesi, kelimelere döktüğüm için teşekkür etmiş. öyle güzel yazmış ki. yoldaydım bu mail geldiğinde, otobüsün içinde sırıtarak okudum resmen, yanımdaki meraklıya hiç aldırış etmeden. 

önceleri hiç kimse bilmiyordu blogu, en yakınım dahi. aramalara vs. kapalıydı. benim özelim sonuçta burası. sonra sonra paylaştım yakınlarımla, onlar da fikirlerini benimle paylaştı. yazılarıma yorumlar yazılar; tanıdıklarım, hiç tanımadıklarım, kendini gizleyip yazdıklarını daha cümlenin başından tanıdıklarım :) 

ps. ben seni çok iyi tanırım ;)

öptüm!

9 Şubat 2013 Cumartesi

sevgili şey.

ben ilerideki annen, şuan 25 yaşında olan. günlerdir aklımda aslında, sana yazmayı çok istedim.

seni çok seviyorum, daha hiç hesapta yokken bile. anne olma fikri bile beni sevinçten hoplayıp-zıplatmaya yetiyor. ne zaman anne olabilirim bilmiyorum, önce bir baba bulmak lazım sana :))

seni sonsuz sevginin içinde, güven yumağı kollarda büyüteceğime söz veriyorum. yaptığın her davranışın, verdiğin her kararın arkasında olacağım.

yanlışlarında yargılamayacağım seni, yanlış yapmadan doğrular bulunmuyor elbette. seni anlayabilmek için gerekirse ben de tekrar tekrar seninle o hataları yapacağım, beraber bulacağız çıkış yollarını. öylesi daha kolay.

birini mi seviyorsun, yaşın kaç olursa olsun kabul. yeter ki çok sevdiğine-sevildiğine emin ol sen. ben hep yanındayım senin.

istediğin okulda okuyup istediğin mesleği seçme kararını sadece sen vereceksin. Mutlu olacağın neyse, hayatın boyunca onu yapman için hep destekleyeceğim seni.

tüm "evet"lerin-"hayır"ların nedenini-sonucunu-sonrasını her şeyi anlatacağım sana. bunları bildiğin halde sen hala ısrarla o yolda yürümek istiyorsan, ben yine yanında olacağım senin. beraber gideceğiz o yoldan.

her zaman-her koşulda anlamaya çalışacağım ben seni. aslında bu yazı biraz da kendime not. eğer ileride unutursam -ki sanmam, tekrar tekrar okuyacağım bu yazıyı.

hep söylerim ya, kolayını anlat diye. ben sana hep kolayını anlatacağım, kolayını göstereceğim.

şimdi bir hayal ettim de, galiba ben çoktan da çook iyi bir anne olacağım. seni çok istiyorum. ve sanırım 2-3 yıl içinde artık anne olmam gerekli. şart şart :)

ismin ne mi olsun?
oğlum olursa Rüzgar ya da Yamaç, kızım olursa da Alin ya da Ada.

seni çok seviyorum ufaklık ;)
öptüm, annen.

5 Şubat 2013 Salı

selam ben geri kafalı!

dün akşam bir arkadaşımlaydım. eskiyi konuştuk, eskiden olanları. onunla ilk tanıştığımızda ona şu cümleyi kurmuşum "-Tolga, seni hiç kandırmayacağım, evet şuan arkadaşımsın, ama seneye hatırlamayacağım bile seni, çok eminim" 2008'in yazında söylenmiş bu cümle, 2013'ün kışındayız şuan.

tam anlamıyla erkek muhabbeti yaptık, biliyoruz erkekler bir araya gelince neler konuşur, onun poposu, bacağı, eski sevgililer, yatak hikayeleri vs. Tolga bu muhabbeti yaptı dün gece, anlattı tüm iğrençlikleri, hem erkeklerden, hem bu kadar adice davranışlar sergileyen hem cinslerimden iğrendim. 

bir erkek için "acaba önce hangimiz yatağa düşüreceğiz?" diye iddiaya girmek ne demek? 2 kız arkadaş, benim etrafımdaki 2 kız arkadaş hem de! -ki bu en yazılabilitesi olan. daha ne iğrençlikler. dün gece yüzüm kızararak dinledim Tolga'yı, etrafımdaki o kişilerden nefret ederek. acıyarak hatta.

şükür ki hayatımda değiller, hiçbiri hiçbir anlam ifade etmiyor bende.

insanları anlayamıyorum ben. midesizliklerini. iğrençliklerini.

düşünün şimdi, 4 erkek-5 kız. herkes herkesle birlikte olmuş. gizli de değil, apaçık ortada. ve bu bahsettiklerim hala birbirlerinin yüzüne bakabiliyorlar utanmadan. anlatıyorlar bir de, o böyle iyiydi, bu şöyle eksikti..

ben mi çok geri kafalıyım, onlar mı çok geniş bilemedim. 

geri kafalılıksa eğer, ben bu halimi çok seviyorum.

tabii ki birini çok sevebilirsin, onunla her şeyi yaşamak isteyebilirsin, bunu da anlarım ya da anlamam, anlamaya çalışırım diyelim ama her önüne gelenle yatıp-kalkmak değil bu. orada-burada anlatmak, iddialara girmek hiç değil.

o bahsettiğim çok sevdiğin, her şeyi yaşamak isteyeceğin kişi de hayatına 1 kere çıkar. daha fazla değil. sevgi de seks değil canım. öyle çok seviyorsan da zaten, evlenirsin. sonra ne yaşamak istersen yaşa. 

evet ben geri kafalıyım. yapacak bir şey yok!

*bahsettiğim o kişiler bir şekilde hayatımda değiller şuan. yazamadığım daha ne iğrençlikleriniz var. keşke hiç tanışmasaydık demiycem, iyi ki tanımışım sizi, siz bana asla kimseye güvenmemem gerektiğini ve aile kavramının önemini bir kez daha ispatladınız. sizler sayesinde şuan hayatımda olan kişilerin önemini bir kez daha anladım. iyi ki hayatımdaydınız ve iyi ki tam zamanında hayatımdan def edip yolladım sizi. 

29 Ocak 2013 Salı

diş

2 hafta önce falan sanırım, belki biraz daha önce. gecede 1236448527 kez gördüğüm rüyalardan biri. ben zaten hep çok rüya görürüm. daha önce de bahsetmiştim zaten. ben ve ilginç rüyalarım.

Merve'yle Demet'e gidecektik, yatıya. ilk kez kalacaktık Demet'in evinde. klasik kız muhabbeti, yatağın altına anahtar koyalım da evleneceğimiz kişiyi görelim. çok severim ben böyle şeyleri, yani inanmadığım, çok saçma ama eğlenceli. sonrasında anlatıp gülebileceğim şeyler. gitmeden 1 gün önce bizim evde konuştuk bunları, gece tam yatarken "Allah'ım hadi bana o kişiyi şimdi göster" diye konuştu iç ses. güldüm yattım.

sabah dehşetle uyandım. çünkü gördüüüm =)

bir yoldayız, yürüyoruz, elinde ipad var, koyu yeşil kılıf (ayrıntıyı hiç kaçırmam) çok uzun değil, ama kısa da değil. tahmini 1.80-1.82 civarı. kısacık saçları var, 3 numara gibi. zayıf değil, ama çok kocaman bir şey de değil. yani arkadan iyi. yüzünü göremedim. of.

sonra benimle konuşmaya başlıyor. çok güzel bir ses tonu var. anlatamıyorum ama duysam tanırım. öyle.
birden ağzını görüyorum sonra, dişleri çok kötü. köpek dişleri o kadar yukarıdan başlıyor ki.. görsen korkarsın. sanki mamut! diğer dişleri minicik, alt dişler komple berbat. yamuk, yanlış yerde, büyüklü küçüklü.  o rüyayı benimle birlikte görmeniz lazımdı, o kadar korkunç. keşke rüyamı videoya çekebilseydim ya da en azından fotoğrafını çekebilseydim. olabilitesi olsaydı ya bunun!

ben de çok aşığım ona (acaba neyine) evleneceğiz, hazırlıklar, koşuşturmalar vs. bunları da görmeyi ihmal etmedim.

böyleydi rüyam, trajikomik.

Veee sonra..
İşte asıl olay burada başlıyor, rüya sonrasında olanlara, gördüklerime..

şaşırdım mı? hem de çooook
anlatacak mıyım? asla

ps. benim rüyalarım hep çıkar ;) ve ben gördüm.

... Demet'in evinde kaldığım gece kimseyi görmedim rüyamda, gerek yoktu zaten.
gelelim 2. soruya, diş önemli mi? evet.
ama birinden sadece diş yüzünden vazgeçilir mi? HAYIR

her yakışıklının bir kusuru olurmuş, seninki de Diş olsun, n'olcak ;)

çözümü de var bunun, dişçiye gider en güzel dişleri yaptırırız sana, üzülme :))

öperim.

13 Ocak 2013 Pazar

kendime not.


kendime bir söz verdim, hiç kimseden hiçbir beklentim olmayacağına dair. böylesi daha mutlu edici.
en büyük yanlışı herkesi kendimiz gibi sanarak yapıyoruz. bu net. olaylara hep bizim düşündüğümüz gibi bakıp, bizim düşündüğümüz gibi devam etmesini bekliyoruz. sonucu öyle olmuyor. sonra üzülüyoruz. hemde çok!

ikili ilişkilerde de böyle. arkadaşlık, eş-dost vs.de de böyle. beklentisiz yaşamak en güzeli öyleyse. hiçbir karşılık beklemeden. hem böyle olunca, sonucunda küçücük bir hediye bile alsak joker oluyor. o kişinin hesabına yazan +1!

ben çok düştüm bu hataya. hata değil aslında, beklenti. ama sonra çok üzüldüm, gereksiz yere çok taktım her şeyi kafama, çok düşündüm. ve hep kendimi üzdüm. hepsi bu.


kadın olarak dünyaya gelişimle de alakalı olabilir çok fazla düşünmek. başkaları için de hatta. erkekler düz mantık, kadınlar hep detaycı. hep her şeyi düşünen.

bizim evde de böyle. bir an anımsadım, ilkokul zamanlarım. babam için bizi okula bırakmak, sabah kalk, okul formanı giy, tut babanın elinden, hadi okula.. böyle kolay. düz mantık dedik ya.

ee peki öncesi? bizim uyanmamız, kahvaltımız, odalarımızın toplanması, çantamız hazır mı?, kahvaltı, formalar ütülü mü, saçım toplu mu? ve daha aklıma gelmeyenler..

bunlar annelerin işi. en küçük ayrıntıya kadar. çok düşünüyoruz, çok ayrıntıcıyız, olmak zorundayız.

işte bu yüzden erkekler baba, kadınlar anne. hep söylerim ;)

...


ben biri için önemli olan herhangi bit şeyi unutmuyorsam, onun yanında olmam gereken her özel anında yanındaysam, karşımdakini öylesine bir günde mutlu edebiliyorsam, onu çok düşünüyorsam, ondan da bunu bekledim kendim için. X kişisi için, aybikem gibi düşündüm. aybikem hep yanındaydı, o da şimdi yanımda olsun. aybikem şu özel günü unutmadı, X'de unutmasın. X'de aybikem'e güzel sürprizler yapsın. X'de aybikem'in X'i düşündüğü kadar aybikem'i düşünsün istedim. bekledim. olmayınca üzüldüm. üzüldükçe üzülmemem gerektiğini öğrendim. kimseden bir şey beklememem gerektiğini öğrendim. beni mutsuz eden her neyse, durum-kişi farketmezsizin hayatımdan çıkarmayı öğrendim. kişileri aybikem gibi düşünmeden sevmeyi öğrendim. büyümek sanırım bu. ya da akıllanmak.

sınıflandırdım kişileri.
ayşeyle sinemaya gitmek mi zevkli oluyor? -ayşeyle sadece sinemaya gittim.
merve çok iyi sır mı tutuyor? -ona sadece sırlarımı verdim.
mertle gece eğlenmek mi en keyiflisi? -mertle sadece gece çıktım.

özel alanımdakileri saymıyorum. onlar canlarım. onlarla herşey güzel ;)

uzun vadede plan yapmamayı çok sevdim.
yarını, bugünden daha fazla önemsememeyi çok sevdim.
adım atarken, 1 adım sonrasını değil de, attığım adıma odaklanmayı çok sevdim.
"o ne der" diye düşünmeyi çöpe attım. artık sadece aybikem'i mutlu edecek şeyler yapıyorum.
"an"lık yaşamak çok keyifli. "şimdi"nin tadı muazzam.
çok yaşanası.

siz de deneyin ;)
öperim.

9 Ocak 2013 Çarşamba

korku

eskilere gidelim biraz. 5-6 yaşlarıma. korku kelimesiyle henüz tanışmamışım. hiçbir şeyden korkmuyorum. gürültüden, ambulans sesinden, yüksekten, asansörden, kapalı yerlerden..
lugatımda öyle bir kelime yok.

şimdiye gelelim.
kronik korku hali.
her şeyden. gece tek kalmaktan, karanlıktan, gök gürültüsünden, asansörden, kapalı alanlardan, hastalanmaktan, sevdiklerime bir şey olmasından, ölümden, üzülmekten..

"korku" kelimesinden bile korkuyorum. korkmayı kabul etmişim, üzerine gidemiyorum.
geçenlerde yağmur yağdığı bir gün, Selda, ben ve Damla. Yeniköy'de sahildeyiz, arabada elimizde sıcacık içeceklerimiz elimizde. deniz dalgalı, gökyüzü hüngür hüngür ağlıyor. bulutlar bağıra çağıra kavga ediyor. saat 20:30 civarı. her yer çok karanlık. şimşekle aydınlanıyor her yer. ve ben korkudan ölmek üzereyim. kızlar şaşkınlıkla bana bakıyor ve rahatlatmaya çalışıyor.
 anlam veremiyorum, bir ışık-ses beni nasıl böylesine korkutabilir?
kalbimi adeta yerinden çıkacakcasına hızla çarpabilir? 
eğer evdeysem o sıra nasıl beni korkudan uyutmayı reddettirir?

korku fena şey.