30 Ocak 2011 Pazar

Kavramlar..

Öncelikle bir kavramın kelime anlamını hatırlayalım; Nedir kavram?

Fikir, olay insan veya başka şeyleri sınıflandırmaya yarayan kelime ya da kelime öbekleridir. Kavramlar, düşünce sürecimizin çok önemli bir parçasıdır. Çünkü onlar uğraşmak durumunda olduğumuz bir olay ve fikirden anlam çıkarmamıza yardımcı olur. Çevremizi oluşturan etmenleri kolaylıkla anlayabilmemizi sağlar. Bu sebepledir ki kavramları sıkça kullanırız ve dilimizde de karmaşık fikirleri ifade edebileceğimiz çok sayıda soyut ve somut kavramlar yer almaktadır. Kavramlar herkes için aynı anlamı taşımayabilirler. Kişiden kişiye değişebilir, hatta çok net değişir.

Bir bakalım mesela, bana ne “ne” anlatıyor?

Örneğin, turuncu ve yeşil sadece renk değil benim için. Bir de ikisi yan yana ise hiç değil. Turuncu-yeşil= “Doğa” benim için. Net. (işim ama)
Ha bir de turuncu; aslının yatak örtüsü demek, bir sürü güzellik demek, kızsal mevzular demek, gizli kapaklı işler demek.
Eziyet tanımı sabah erken kalkmak benim lügatımda.
Sigara pis kokmak demek bende, başka hiçbir açıklaması yok.
Tatil demek, gezmek demek, bol bol uyumak ama aynı zamanda uyanık kalıp hep gezebilmek demek, deniz demek, güneş demek, istanbuldan uzaklaşmak demek.
Sarıyer yuva benim için, evim, ailem, arkadaşlarım. Sarıyer çok şey demek bende. Onu ayrıca yazmak gerek.
Kısa bir süre öncesine kadar tiyatro sadece tiyatroyken şimdi Tiyatro=bgst oldu bende. Ha bir de Tiyatro demek Burak demek. Öyle işte.
Di mi demek “Shakespeare” demek. Gülmek demek. Çook gülmek demek.
Ömer Hayyam, Hasan eniştem demek mesela.
Kahve Dünyası; eren, mehmet, cem, damla, necmiye, ben birliktelik demek. Eskiye gülümsemek, hatta özlemek demek.




Bu kadar değil, devamı gelecek bu yazının..

Oyun gibi bazen..

Hayat bazen tıpkı bir domino taşı misali, ya da satranç oyunu gibi..

Taşları çok dikkatli yerleştirmelisin,  en baştaki en sondakini etkileyebiliyor. Yani en başta yaptığın bir hata bütün düzene maal olabiliyor. Böylede bir düzen! var, düzensizliğin içinde adaletsiz bir düzen.

Bazen o taşları öyle güzel yerleştiriyorum ki,  ben dokunmadığım sürece kimse bozamıyor hayatımı. Bilerek, isteyerek hata yapmadığım sürece.  Ama bazen de başkasının minicik bir dokunuşuyla, tüm hayatım rezil olabiliyor. Ya da hayatımıza isteyerek aldığımız kimseler tarafından bozulabiliyor bu domino taşları.

Ya da öyle hamleler yapıyorum ki bazen, daha oyunun başında son sahnesi canlanıveriyor gözümde. Ve her şey tıpkı düşündüğüm gibi işleyiveriyor. Bana da sadece seyirci olmak düşüyor haliyle.

Satranç gibi yani, öyle bir hamle ki bu; sonunu belli eden..

Çok anlatamıyorum aslında, yani şimdi anlatsam, söylemek istediklerimi herkes bilecek, ama yok susmayı denesem, hayır bu da değil istediğim. Belli kılıflar uydurup yazıyorum bir şeyler.

Yani tam olarak şu aslında; henüz başı bile olmayan olayların sonunu çok güzel kestirebiliyorum şimdilerde. Şaşkınım bende ama, işte öyle.  
Değişik bir haller, anlam vermediğim, ama sonucu hep istediğim gibi olan; düşündüren, aslında şaşırtan ama hiç şaşırmayan.

Oyun işte bazen hayat. Bazen domino, bazen satranç..

5 Ocak 2011 Çarşamba

İlkler

İlkler hep özeldir, güzeldir. Doğduğumuz anda başlar aslında; ağzımızdan çıkan ilk sözlük, ilk adımımız, ilk anne deyişimiz, ilk oyuncağımız, ilk arkadaşımız.. vs. vs. uzatabiliriz bunu.

İlkler hep heyecanlıdır, şaşırtıcıdır. Kolay kolay unutulmaz. İlki güzel ama bazen hatırlaması üzücüdür.

Düşünsenize biriyle ilk buluşmanız, konuşmaya çalışmanız ama konuşamamanız.

İlk arkadaşınız.
İlk uzun yolculuğunuz.
İlk sevgiliniz.
İlk oyuncağınız.
İlk hayal kırıklığınız.
İlk öğretmeniniz, okulunuz.
İlk yaptığınız yemek.
İlk gittiğiniz maç.
İlk söylediğiniz yalan.
İlk hastalandığınız an.
İlk kaybedişiniz.
İlk başarınız.
İlk unutamayışınız.
İlk heyecanınız.
İlk ağladığınız an ya da kahkahalarla gülümsemeniz.

Aklıma geldikçe uzayacak bu liste..
bu kadarcık.

4 Ocak 2011 Salı

sevmiyorum sizi!




Ben bazı kelimeleri sevmiyorum. Yok, yani sevmiyorum. Ha kullanmıyor muyum? Kullanıyorum, ama işte sevmiyorum. Ben kullanayım da, kimse bana bu şekilde karşılık vermesin. Olmaz mı? Ohaa bendeki bencilliğe bak yani.


Tamam, tamam bende demiycem artık bu kelimeleri, yani en azından dememeye çalışıcam. Azcık diycem ya da.

Bakarız (olumsuz olanı) : hani kelimeler vardır veya yorumlar vardır kişiden kişiye değişir ya.. bu da öyle bir kelime! Biri söyleyince olumlu bir BAKARIZ oluyor, biri söyleyince olumsuz...

Babam herhangi bir şeye bakarız derse, o kesin olumlu bi bakarızdır. Sonu kesin beni mutlu eder. Ama annem bakarız derse, genellikle bakmaz, sonu onu mutlu eder, -ki olumsuzdur mutlaka. Küçükkende öyleydi. Ya da arkadaşlarım falan da öyle. Herkesin bakarızı farklı. Biraz yanardönerli bir kelime bu. Herkese göre farklı. O yüzden onu da sevmiyorum. Bana sadece bakarızı babam söylesin.

Belki : Leş kelime. Ara kelime, kurtarıcı sanılan ama hiçbir zaman kurtarmayan kelime... tamamsa tamamdır, değilse değildir ya evet ya hayır bu kadar kesindir! Ortası yok bunun. Neden net olamıyoruz ki?

Hayır : olumsuzluk! Sev-mi-yor-ummm!!!! – biliyorum belki ve hayır birbirlerine çok benziyorlar ama belki duyacağıma hayırı duymayı tercih ediyorum en azından net ve kesin biliyorsun ki hayır... :)

Keşke : keşke öyle yapmasaydım, keşke böyle olmasaydı, keşke demeseydim, keşke gitseydim vs. vs. vs.  oldu işte, şimdi napıcan ona bak! Niye bunu diyorsun ki? o zaman bir şeyi yapmadan evvel biraz daha düşün, keşke demeyiver! 


Ama: hep bahane, hep kendini savunma. Ne ama? Ne? Ama şöyleydi, ama şuraya gitmem gerekiyordu, ama aradım, ama duymadın, ama istemiyorum. Ama ama ama. Deme bana ama!

Bu böyle olmaz : peki ya nasıl olur ya? Göster bakalım? Sen daha mı iyi biliyodun? O zaman bu zamana kadar nerdeydin? Bu olmaz, bu yapılmaz, böyle mi olur... Kurallarla yaşayan binlerce insanla dolu etrafımız. Her şeyin, her zaman bal gibi, istersen olabildiğini ya da olabileceğini gösteren, gösterebilen herkesi seviyorum ben.

Evet diyelim, olur diyelim, Ne yapsak? Nasıl yapsak? diyelim... ne güzel laflar onlar...
Demeyelim bu çirkin kelimeleri, kullanmayalım. Olmaz mı?

3 Ocak 2011 Pazartesi

Tek yön bileti...

Hayatta en çok yapmak istediğim şeylerden biri, günün birinde yanımda beni sıkmayacak herhangi biri ile havaalanına gidip, elimizde sadece pasaportlarımız ve cebimizdekilerle uçağa binip gitmek; nereye gittiğini bilmeden..


Biraz fazla özgür olmak bu, ama çok da istediğim bir şey.


Özgürlüğüme düşkünüm, ama fazla korkağım.. 
Her ne kadar ben çok cesurum desem de ya da kendimi öyle göstermeye çalışsam da çok şeyden korkarım ben. yalnızlıktan, hastalıktan, sevdiklerimi kaybetmekten, yolumu kaybetmekten vs..

Bilinmeyeni sevmem, ama çok cezp eder beni.

Acaba bu yüzden midir, bilinmeyenleri bilme istediğim, görmediğim bilmediğim yerlere tek yön biletiyle gitmek istemem? 

Gittiğimiz yerden aldığımız diğer tek yön biletiyle başka bilinmeyen ülkeye yolculuk etmek..


Düşünün bir ya. 
Buradan biniyorsunuz uçağa, hoop hiç bilmediğiniz bir ülkeye, oradan atlıyorsunuz bir tekneye, yine bilmediğiniz başka bir yere, ayağınızı toprağa bastınız an sizi bir araba karşılıyor yine bilinmeyene, oradan yine uçak yolculuğu, belki sonra tren, yine tekne, yine araba, gemi, uçak, vs. vs. vs..


Sizce de rüya gibi değil mi?


Sürekli bir yerlere, yeni yerlere.


Keşke her günüm böyle ilerlese, evimize sadece mola için uğrasak.
Gezsek, gezsek, gezsek.. hep gezsek, bilmediğimiz yerleri keşfetsek, görsek her yeri, bilsek tüm dünyayı. 

Ne kadar harika değil mi?


Siz de ister miydiniz? 

Tek yöne biletiyle, buradan gitmek nereye gittiğini bilmeden, otel rezervasyonu yapmadan, kendini garantiye almadan sadece cebindekiyle..
Ben isterdim hem de çok isterdim. 

Sadece ülkeyi görmediğim yeri görmek değil, insanlarıyla tanışmak, kültürlerini öğrenmek.


Ahh işte benim hayalim. 
Ha gerçek olur mu bilmem -ki gerçek olma ihtimali yok gibi bir şey. 
Ama hayat bu, yarının ne getireceğini kimse bilemez, değil mi?

2 Ocak 2011 Pazar

Özlediklerim..

Benim mi çok fazla özlediğim şey varmış, yoksa olması gereken mi bu diye düşünürken, baya baya uzun bir liste çıktı... İstesem çok daha uzun da olabilirdi, fakat bir yerde dur demek, nokta koymak gerek.. İşte benim özlediklerimin listesi... Peki siz neleri özlüyorsunuz????

*Servis kaçırmamak için evden koşarak çıkıp nefes nefese kaldığım günleri

*Midem bulanıyor öğretmenim, ateşim çıktı öğretmenim mazaretleri ile revir kağıdı alıp derslerden kaçabildiğim hatta eve gelebildiğim günleri

*Nöbetçi öğrenci olup, derse girmemeyi

*Ayrı sınıfta olan kankiciklerle tenefüs aralarında buluşmayı

*Korkmaz pastanesinin sıcacık poğaçalarını

*Fatihlerle yakalamaç oynamayı, Gökhanla kavgalarımızı, mahalledeki tüm erkek çocuklarıyla tıpkı erkek gibi maç yapmayı

*Hasan eniştemden Ömer Hayyamı dinlemeyi

*Bira içemediğim ama içmek için çıldırdığım günleri

*Henüz 18 olmuşken anneden gizli gidilen taksim gecelerini

*Ortaokuldan mezun olurken gömleğime imza attırmayı..

*İzmitte kayıkla gezmeyi

*Fosforlu pembe bikinimi

*Tatilyayı

*Büyükbabama şımarabilmeyi, gece onun yanında uyumayı, onunla kol kola gezmeyi

*Sabırsızlıkla yaz tatillerini bekleyip  izmit’e koşmayı

*Bisikletle turlamayı

*Su ve kartopu savaşlarımızı

*Aslı ile çamurdan pastalar yapmayı

*Barbie bebek oynamayı, onlara giysiler dikmeyi

*Sabahın 6 sında havuza gitmek için Pervinle buluşmayı 

*Denize balıklama atlamayı, bombalama atlamayı ve denizin içinde takla atmaya çalışmayı ama atamamayı

*Ankesörlü telefondan telefon açmayı

* Dünya Gençlik Merkezinden rengarenk kalemler defterler almayı

*Kızlarla aynı evin içinde sabaha kadar hiç durmadan sohbet etmeyi…

*Telefonla yaptığımız işletmelerimizi

*Paha biçilemez 10’lu yaşlarımı, çocukluğumu

*18.yaş doğum günlerinin hayatta en önemli gün olduğunu sanmamı ve bunun için sürprizler yapılmasını

* Eşofman giyip, eşofmanı da Tımberland’ın içine sokup gezmeyi, hatta kahve rengi Barbour’ımı. Ne de çirkin kokusu vardı :)

*Pazar günleri ailecek gezmeyi

*17. yaşımı

*Babamla akmerkeze gidip saatlerce oyuncaklara binmeyi

* Tetris günlerini, Gameboy'da SuperMario ile sabahladığım günleri, Play Station da Crash oynamayı

*Gelen modem sesinden internete bağlanabildiğimi duymayı, ve biri telefonu açtığında internetin kesilmesinden sonraki kavgaları

*Mesaj geldi mi? Ne dedi? Sen ne dedin? O ne dedi? Sohbetlerini arkadaşlarımla yapmayı,
*Sulugöz sakız çiğnemeyi

* Snoopy izlemeyi ve evin içinde yastıkla gezmeyi, birgün Richie Rich olmayı hayal etmeyi ve babamdan onun gibi bir ev istemeyi, birgün hayatın Jetgillerde'ki gibi olacağından emin olmamı... Yıllarca annemden beni Susam Sokağı'na götürmesini istememi

* Yonca Evcimik'in Bandıra Bandıra Ye Beni ve Bu Sabah 8.15 Vapurunda günlerini

*Kokulu defterler biriktirdiğim günlerimi

*Tüm ailenin eksiksiz bana doğum günü hediyesi almasını ve o günün bayram gibi kutlanmasını

*Hayatın oyuncak ayılar, topladığım stickerlar ve satın aldığım mug’lardan ibaret olduğu günleri

*Blue Jeans, Hey Girl biriktirmeyi

*Gülten Dayıoğlu okumayı

*Özlediklerimi yazmayı…