24 Aralık 2012 Pazartesi

Galaksi!

insanın parmaklarının beynine yetişememesi diye bir şey var. hatta zaman zaman ağzım bile yetişemiyor. onu da söyleyeceğim, bunu da yapacağım, bunu da yazacağım derken kendi beynime yenik düşüyorum. o minicik kıvrımlı yapıya yetişemiyorum. saniyede a konusundan z konusuna geçmeyi başarabiliyor. insanın kendine yetişememesi kötü. kendi düşüncelerine falan.

burçlara inanıyorum. çok küçük istisnalar dışında hiç şaşmadı.

oğlaklar hep sinir, hep hiç anlaşılmayan, hep en soğuk, hem duygusal hem de duygusuzun teki. kapalı kutu. açabilene aşk olsun.

ikizler hep en sevdiğim. en eğlendiğim.

boğalar da öyle. çok tatlılar.

yengeçler. al evlen. o derece.

terazi zaten ben. denge burcu olup insana kendi içinde bir sürü gelgitler yaşatan.

bir de yükseleneniz ikizlerse yeme de yanında yat oluyorsunuz. ben öyleyim ya! haha şaka bir yana ama, bazen beni ben de anlayamıyorum. kendimi anlamadığım zamanlarda insanlar beni çok güzel anlıyorlar ya, işte o zaman hiç anlayamıyorum.

bir anlaşılmazlar serisidir gidiyor. anlayana teşekkür.

tamam, devam ediyorum.

insan her geçen gün nasıl da değişiyor. tanıdığı herkes başka bir yaşantıyı öğretiyor. okuduğu her şey farklı bakış açıları geliştirmesini sağlıyor. değişen dünya diyoruz, öyle değil. değişen insan, değişen fikirler, değişen gelişen (!) bizler, dünyayı değişmeye iteleyen, var gücümüzle sürükleyen bizler. yoksa dünya hep aynı. bir güneşin etrafında, bir kendi etrafında. dön, dur.

beynim benim dünyam. ailem uydum. en yakınlarım gezegenler. fikirlerim yıldızlar. uzay'da ben ve hayallerim. güneşim, yok!

beynimi dünyaya benzettim, çünkü o da sürekli çalışan. hiç uyumayan. her zaman iki işi bir arada yapabilen. hep herkesi düşünen, onlara yaşam alanları sağlayan, uğraşan, hep hep hep aktif olan.

ailem uydum. tıpkı ay gibi. her ne olursa olsun, asla değişmeyen. değişmeyecek olan. ne bir eksik ne bir fazla.

gezegenler, seçebildiğim ailem. canım diyebileceklerim. isim vermeye gerek yok. onlar zaten biliyor yerlerini.

fikirlerim yıldızlar.

evet bazıları kuyruklu. en güzeli. bir de gerçeğe çevrilince. yeme de yanında yat.

yıldızlar gibi çünkü fikirlerim. gece başımı yastığa koyduğum an beliriyorlar kafamda. sürekli yer değiştirip. evetler hayır oluyor, hayırlar belki, çok sevdiğim en tahammül edilemeyen, en sevmediğim en canım.

yani yıldızlar gibi değişiyor benim de fikirlerim. bazen çok belirginleşip, çok net hissettiriyor kendini. gümbür gümbür geliyor.

bazen de fikir belirdiği an kayıp gidiyor, yok oluyor. en gözükmeyeninden.

uzay. aybikem ve hayalleri.

sonsuzluk, hem çok uzak, hem çok yakın. hem çok ütopik hem çok gerçek. ama en güzeli.

hayalleri olmayan, hayal kuramayan insanları anlayamıyorum. birlikte hayal kuramayacağım insanları etrafımda görmek dahi istemiyorum.

hayal kurmak güzeldir, kurduğun hayalleri gerçeğe çevirmek ise en güzel. yapılabilir mi? elbette. aksini düşünmek ahmaklık olur zaten.

güneş.
sahi güneş nerede? -o yok.
olacak mı? -bilmem
üşüdüm mü? -evet

gelsin mi? -..........


eskiden olanaksız şeyler vardı benim için. asla olmazlar. çaresiz kabul edip, karşısında çaresiz kalmalar.

sorgulamadan, düşünmeden tamam deyip, istemediğin şeyleri buyur etmeler.

bitti gitti hepsi.

ben istersem, istediğim şeye hayatımda yer açarsam, ve onun benim olacağına bu güzel beynimi inandırırsam (-ki ne istersem yapabileceğime ve olacağına her şeyden çok inanıyorum) o olur. mutlaka.

olumsuz hiçbir düşünceye yer yok artık.
beni bu dünyaya kim gönderdi? -Allah.
beni en çok kim seviyor? -Allah.
her şeyi kim biliyor? -Allah.
her şey kimin elinde? -Allah.

sorularım, cevaplarım her şey Allah.

ben onu çok seviyorum. o da beni çok seviyor. benimle konuşuyor. beni dinliyor. bana öneriler sunuyor. tam düşecekken elimden tutup kaldırıyor.

İnsan sevdiği birini üzer mi? üzebilir mi? -hayır.

işte o da beni üzmüyor. ne istersem veriyor.

hayatıma giren herkesi bir şekilde ben buyur ettim. kimse öylesine benim hayatımda değil. ben Allahtan istedim. o cevap olarak karşıma çıkardı.

ben istemesini bildim, o da beni çok sevdi.

ben birini deli gibi görmek istemesem, o olmadık bir yerde karşıma çıkar mı? istedim, çıktı.

tam bir şeye ihtiyacım olduğunda o çok alakasız bir şeyle karşıma çıkıyorsa, bu ne şans ne tesadüf. daha ötesi. Allah duyuyor, eğer gerçekten istersen, inanırsan istediklerini yapıyor.

beni duyuyor.
beni seviyor.

-bence seni de seviyor ki!

22 Aralık 2012 Cumartesi

nasıl gelirsen gel 2013!

sadece alışkanlıktan yazıyorum. hiç sevimli bir yıl olmadı 2012. daha ocak ayında teyzemin hastaneye kaldırılıp acil ameliyata alınışıyla sevimsizliğini gözüme sokarca belli etti. o an bildim kötü bir yıl olacağını. her neyse, şöyle bir sene dökümü yapalım bakalım.

şubat ayında anneannemi aldı benden. canımın bir parçası koptu gitti. öbür dünya +1 daha sevimli gözümde. sevdiğim herkesi alıyor benden. anneanne-babaanne-dede-büyükbaba kimse yok şuan etrafımda. bayramların da tadı yok o yüzden. bayram büyüklere şımarıp sırnaşmak değil mi? işte sırnaşabileceğim herkes  gitti, hiç kimsenin torunu değilim ben artık.

sonrasında kısa bir süre İspanya'daydım. tam soğukların ortasında. kız kıza güzel mini iş+tatil oldu. donduk ama gezmeyi de ihmal etmedik. festivallerine katıldık, yakışıklı ispanyollarla tanıştık, dans gecelerine katıldık, biz de dans etmeye çalıştık, bolca alışveriş yapıp çok eğlendik.

yaz için süper bir Londra tatili yaptık amcamla, sonrasında da Kıbrıs. biletlere kadar her şey tamamdı. Boğaziçine Burak'ın oyununa giderken Eniştemin vefat haberini aldım. dondum kaldım.

çok geçmeden, annemin rutin kontrolleri onu önemsiz (!) bir ameliyata sürükledi. sonuç: KANSER! benim annem! berbat bir yaz geçirdim, geçirdik. tedavi hala sürüyor. son 2 kemoterapi kaldı. sonra radyoterapi, umarım sonrası iyi olacak. hep söylüyorum ya, korkmuyoruz senden KANSER!

Arzu ve Sam'le 1 haftalık Polonya gezimizde çok mutluyduk. hayatımızda hiç gülmediğimiz kadar güldük. hiç yürümediğimiz kadar yürüdük. hiç içmediğimiz kadar içtik. bir daha gider miyim? hayır. eğlendim mi? hem de çok.

Sinem evlendi bu yıl. Düğününde olamadım. Kuzenimin düğününde olamadım. Ankara'da 1 haftalık eğitimdeydim. Ne uçak saatini, ne eğitimin saatini tutturamadım, erteleme yapamadım. olmadı. ama Sinem çok güzeldi. Kınasında çok oynadık, çok güzeldik. Çok mutlu olsun kuzum.

İngiltere'ye gidemediğimden bahsetmiyorum bile.

Mehmet Erdem'i canlı canlı izledim sonunda. Yine çok beğendim. Aşık oldum. Şarkılarına ayrı, kendine ayrı.

Gripin çok güzel bir albüm çıkardı.

Nil'i çok seviyorum. şarkılarını, yazılarını, tarzını.

Mehmet geldi askerden! olley.. bir de nişanlandı. ona da ayrıca olley olley :))

arkadaşlarımı çok seviyorum. onlara sahip olduğum için dünyanın en şanslı insanı olabilirim.

iyi ki hayatıma girmiş dediğim kimse olmadı bu yıl. ama iyi ki hayatımdaymış dediğim çok oldu. hiç yakın olmadığım kişiler, öyle çabaladı ki yanımda olmak için. en yakınıma kadar geldiler. iyi ki geldiler.

İspanyolca öğrenicem diye yırtınırken, yine öğrenemedim. kalıpları ezberleyip kaldım.

21 Aralıkta kıyamet kopmadı. Maya tutmadı.

Comenius Projem nihayet bitti. oh rahatım.

tenis oynamayı çok özledim.

Bir sürü tesadüf ötesi şeyler oldu yine. hayır yazmayacağım.

Tanımadığım bir kişiyi çok fazla tanıyorum. hoşuma gidiyor. belki de bu kadar zaman beklediğim kişi de o. bilmiyorum.

yeni yıla Murat Boz'la gireceğiz. aslında hiç sevmem o gece dışarıda olmayı ama bu yıl farklı olsun dedik.

bu arada hala iphone5'im yok. ama Gökhan'da var. çok kıskanıyorum, okuyorsan bil sende!

2013'e gelince,

2012 beni çok üzdü. çok ağlattı.

2013 sadece sağlık getirsin. başka hiçbir şey istemiyorum.
annem, babam ve Reşat iyi olsun.

hastalık olmasın hayatımızda.
o kadarcık.

herkese çok sağlıklı bir yıl diliyorum.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Mevlana.. Şeb-i Arus anısına..


Bir gün Mevlana eve girer ve hanımı ona sorar;bu kadar aşıksın Mevlaya şükürler olsun bu aşkı yaşayıp yaşatana peki bana ne kadar aşıksın der; Mevlana hanımına şöyle der; Sen benim; Yaradan'dan ötürü yaradılanı sevişim, Bir adım gelene on adım gidişimsin... Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin...Sen benim;Bugünüme şükür veyarınıma dua edişim,Azla yetinişim,çoğa göz dikmeyişimsin, Ve kapanmayan avuç içimsin...

Sen benim; Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevişim, Bir adım gelene on adım gidişimsin. Ve herkesi olduğu gibi kabul edişimsin. Sen benim; yalandan ve sahteden kaçışım, Riyadan bıkışım, gerçeği arayışımsın Ve nihayet doğrunun tadına varışımsın

Sen benim; haksızlığa ve zulme baş kaldırışım, Mazluma kucak açışım, zalime düşmanca bakışımsın Ve mağdurdan yana tavır alışımsın

Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim, Azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin Ve kapanmayan avuç içimsin

Sen benim; hayat ve kaderle inatlaşmam, Ekmek için kavgam, bitmek tükenmek bilmeyen davamsın Ve zorluklara karşı yılmayışımsın

Sen benim; menfaate ve çıkara tepkim, Almak için verene öfkem, ille de karşılık bekleyene lanetimsin Ve alayına isyan edişimsin

Sen benim; ahlaksızlık ve yozlaşmayla mücadelem, Para için kendini satana küfredişim, başkalaşana verip veriştirişimsin Ve eskiyi özleyişimsin

Sen benim; duygusal yaradılışım, En ufak şeyi kafaya takışım, kolay unutamayışımsın Ve bundan bir türlü sıyrılamayışımsın

Sen benim; sonsuz sadakatim, Merhametim, hissiyatim, şefkatimsin Ve aman diyene yüz çevirmeyişimsin

Sen benim; her şeye rağmenim, Asla pes etmeyişim, başımı öne eğmeyişimsin Ve ümidimi yitirmeyişimsin

Sen benim; yaşama ülküm, Namusa olan düşkünlüğüm, namussuzluğa küskünlüğümsün Ve gururum, onurumla olan bütünlüğümsün

Sen benim; karakterim ve kişiliğim, Objektif fikrim, subjektif hissimsin Ve hayata bakışımsın... 

16 Aralık 2012 Pazar

Tesadüfler kümesi

Tek başına kalmak oldukça iyi geliyor bazen. Yürümek, sadece kendini dinlemek, şarkılar dinlemek.
Yolumu uzatıyorum ara ara, sırf biraz daha fazla müzik dinleyebilmek için, beynimin içindeki soru baloncuklarını biraz daha yanıtlandırıp, sonsuzluğa uğurlamak için.
Saniyede milyonlarca şey geçiyor kafamın içinden, sorular, olaylar, olanlar.. Derler ya hani, kafanda yine ne tilkiler geziyor? Benim tilkilerim hiç eksik olmuyor, tilki sürüsü sürekli koşu halinde.

Dün konuştuk Damlayla, tesadüf mü bunlar? Olmayacak şeyler nasıl oluyor da oluyor, asla dediklerimiz nasıl da kabul ediliyor.

Budapeşte’de nasıl karşılaşmıştık mesela? Burada göremezken, habersizce, aynı tarihte, o soğuk karlı günde, eskiden heyecanın kelime anlamı olan o kişi Budapeşte’de karşımdaydı. Hem de hiçbir şey ifade etmeyerek!
 
Ya da gecenin bir yarısı yürüyen merdivenlerde onu görüşüm. Aynı salonda, belki 2 koltuk önümde ya da arkamda. beraber izlemişiz meğerse o filmi. 

Aklımdan birini geçirdiğim an beni araması, msj atması?

Sabahın bir vakti Kemerburgaz Komşu fırında kahvaltı yaparken dibimizin düştüğü o çocuğun akşam İstinyepark Boyner’de karşımıza çıkması? Öyle bakakalışımız falan?

Dünya çok mu küçük acaba?
Herkesle hem hiç karşılaşamayacak kadar uzağım hem de olmadık zamanlarda elimi uzatıp dokunabilecek kadar yakın? Tesadüf mü şimdi bunun adı?
O kadar çok şey var ki buraya yazmadığım. Tesadüfler kümesi bu. Bir şekilde alakasız bir yerde, olmayacak bir şekilde kesişiyor.
Adında tesadüf diyorlar sonra, gelip beni buluyor. Şaşırtıyor bir sürü.

herkesin mi başına geliyor acaba? bu kadar da olabilir mi dedirtiyor çoğu zaman. hiçbir türlü olabilitesi olmayan bir şey oluyor bir şekilde. çıkıyor karşıma, gözlerimi stainboy kadar kocaman açıyorum o an! ne olduğunu anlamlandıramazken, o "tesadüf" kelimesi çok yavan geliyor bana. ikna edemiyor beni.

diyorum ya, yazamadığım çok şey var. ama tesadüfün daha üstü bunlar.

5 Kasım 2012 Pazartesi

kötü

yine günlük yazasım gelmiş sanırım benim. az önce yaşadığım bir olay hatta. sanırım 10 dk. önce falan, arka bahçeye gitmem gerekiyordu. -ki ben gece tuvalete gitmeye bile korkarım. o yüzden gitmem. sabaha kadar beklerim. öyle de korkak bir insanım işte. annem de kızının bu denli korkak olduğunu bildiği için camdan bana bakıyor, onların odası arka bahçeye bakıyor,  "korkma kızım, bakıyorum ben sana" diyor.
işte tam o an. yine boğazımda kocaman düğüm.

annemin üzerinde pijamaları, saçları yok, kaşlar kirpikler dökülüyor, rengi sararmış.. 
perşembe günü aldı 4. kemoterapiyi. ne kadar zor bir dönem bu. ilk 10 gün kabus gibi. hiçbir şey yiyemiyor neredeyse, sürekli yatıyor, canı acıyor.

ve ben sadece üzülüyorum. hiçbir şey yapamıyorum onun dışında. insanın sevdiği birinin gözünün önünde canı acıyor olması ve buna karşı kişinin hiçbir şey yapamaması. ne kadar acizim aslında. ne kadar çaresizim. ne kadar zavallıyım.

annemin canı acıyor, ben bakıyorum. ben hiçbir şey yapamıyorum. onun iyi olabilmesi için yapabilecek hiçbir şeyim yok. üzülmek ve dua etmek dışında bir şey bilmiyorum.

psikolojim darma duman yazdan bu yana. ne hissetmem gerektiğini, ne olacağını,ne yapacağımı bilemiyorum. tam her şeyin güzel olacağına inandırıyorum kendimi, sonra yine direncim kırılıyor.

Acıbadem'den nefret ediyorum mesela. Maslak kabus benim için. 21 günde 1 o lanet kemoterapi için gidiyoruz oraya. 5. alıcak şimdi annem, ayın 22sinde. 6, 7, 8.. bitecek inşallah. sonra da radyoterapi. umarım sonra ki 5 yıl hiçbir aksilik olmayacak ve annem iyi olacak. çok inanmak istiyorum.

Güçlü olmak çok zormuş. Bir şeyleri belli etmemeye çalışmak çok zormuş. Sevdiğin birinin çaresizce karşında olması çok zormuş. Ve başıma gelmez dediğin ne varsa başına geliyormuş. 6 ay ne çok şey öğretti bana. öğretmek zorunda bıraktı. biraz fazla büyüttü beni. biraz fazla üzdü.

hasta olan ne kadar insan varsa hepsi iyi olsun. ben her gece dua ediyorum bütün anneler için, sessizce ağlayan kızları için. belli etmemeye çalışan herkes için.

Allah herkese önce sağlık versin. sonrası bir şekilde oluyor zaten.




28 Ekim 2012 Pazar

Thrill The World!


Efe Karagöz, öncelikle kocaman bir teşekkür ona. Thrill the word ile tanışmamızı sağlayan, önyargılarımızı parçalayan, dansın ne kadar keyifli olabileceğini ve herkesin hep beraber tek bir amaç uğruna nasıl da güzel dans edebileceğini bizlere kanıtlayıp sevdirdiği için. Seneye biz de izleyici değil de, dans eden olacağız! yaşasın Zombiler :)

Daha önceki yıllarda bu dansla ilgili biraz da olsa bilgim vardı ama böylesine keyifle izleyeceğimi hiç tahmin etmiyordum. Dün tüm günümü dolduracak kadar planım da vardı halbuki ama bir arkadaşımın ısrarla bu dansı izlemek isteyişini kırmamak için peki, gidelim dedik Damla ile beraber. (-ki bazı nedenlerden dolayı o bahsettiğim arkadaşımız gelemedi!) 

Ayrıca Efe oradaydı. Zaten biz de onun için oradaydık. Dansı izlemek için başlı başına bir neden zaten. Pek keyifli bir neden :)

Sonrası çok keyifli, Sultanahmet cıvıl cıvıl. herkes zombi! sağım-solum-önüm-arkam :)) herkes dans ediyor, etmeyi bilmese de deniyor. Zombiler herkesin yanında, sanki herkes herkesi tanıyormuş gibi, biz de bir-iki tanesini yakaladık ve hemen fotoğraf çektirdik! :)

Düşünün şimdi, bir sürü insan, 
Farklı dinler, diller, kültürler..
Bir sürü ülke..
Biz İstanbul ayağıyız!

Tek bir amaç, aynı heyecanı paylaşmak, aynı kalp atışları, aynı coşku, aynı anda sonsuz farklı insanın aynı düşüncelerle eş zamanlı dans edişi. Olağanüstü bir şey bu. Düşünsenize şimdi, ABD, Brezilya, Fransa, Guatemala, Hindistan, İngiltere, İspanya, Japonya,  Kolombiya, Meksika, Türkiye.. bunlar sadece bazıları. binlerce insan aynı anda Michael Jackson’ın Thriller şarkısı eşliğinde  dans ediyor. Çok heyecan verici değil de ne?

Ayrıca bunun bir de insani boyutu var, elde edilen tüm gelir yerel hayır kurumlarına bağışlanıyor. Hem dans ediyor, hem eğleniyor hem de isterseniz  bağış yapabiliyorsunuz. Maneviyatı da oldukça yüksek yani. Bence insan olarak bazı sorumluluklarımız var, bazen ihmal etsek bile.. farkındalık yaratmak, insanları bilinçlendirmek, onları yönlendirmek vs.

Kısacası ben dün gece çok eğlendim, seneye kısmetse mutlaka Zombiyim. şimdi kızıyorum kendime, keşke bu yazıyı daha önce yazsaydım, keşke daha çok araştırsaydım da ben de bu güzel organizasyon için bir şeyler yapabilseydim. En azından daha çok insana duyursaydım, bazılarını kollarından tutup götürseydim Sultanahmet'e :)

Daha çok keşke derim ama 27 Ekim maalesef ki bitti! keşkeleri siliyoruz ve 2013 organizasyonunda görüşmek üzere diyoruz. Herkesi de mutlaka bekliyor, katılması için ikna ediyoruz. Bu bizim görevimiz :)

Thrill The Word'ün internet sitesinden aldığım yazıyı da yazımın sonuna ekliyorum; noktasına-virgülüne dokunmadan. Ben biraz anlatmaya çalıştım ama aşağıdaki yazı çok daha açıklayıcı. Okuyun bakalım.

O zaman seneye görüşüyoruz. 
Yaşasın Zombiler!
öptüm :)




"Thrill The World 2006’dan bu yana her yıl, geleneksel olarak ekim ayı sonunda, dünya çapında eş zamanlı olarak gönüllü katılımcılarla gerçekleştirilen bir dans organizasyonudur.

Dünyanın çeşitli ülkelerinden, farklı kültürlerden, farklı dilleri konuşan insanlar aynı gün ve aynı saatte kalplerinde aynı coşkuyu paylaşarak tek yürek olurlar ve Michael Jackson’ın Thriller şarkısı eşliğinde dans ederler.
Ayrıca tüm etkinlikler gelirlerini yerel hayır kurumlarına bağışlarlar.
Ines Markeljevic önderliğinde 62 dansçı ile başlayan etkinlik kısa zamanda on binlerce katılımcıya ulaşmıştır. Detaylı bilgiyi www.thrilltheworld.com adresinden edinebilirsiniz.

Katılan Ülkeler
ABD, Almanya, Avustralya, Belçika, Brezilya, Filipinler, Fransa, Galler, Guatemala, Hindistan, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İskoçya, İspanya, İtalya, Japonya, Kanada, Kolombiya, Malezya, Meksika, Polonya, Portekiz, Porto Riko, Romanya, Singapur, Türkiye.

Katılan Başlıca Şehirler
Barselona, Brüksel, Bükreş, Düsseldorf, Honolulu, Indianapolis, İstanbul, Las Vegas, Londra, Los Angeles, New Jersey, New York, Paris, Peru, Phoenix, San Francisco, Sidney, Singapur, St. Petersburg, Tokyo, Toronto, Vancouver, Viyana.

Michael Jackson
"Ben yalnızca dürüst olmak isteyen, insanları mutlu etmeye çalışan biriyim. Tanrı'nın bana ihsan ettiği yeteneğim aracılığıyla onlara biraz olsun 'kaçış duygusu' vermek amacım. Kalbim burada işte. Tüm yapmak istediğim bu..."
“Haydi, yürekten sevebileceğimiz bir yarını düşleyelim, ve şunu bilin ki sevgi tüm yaratılanların kalbindeki en mutlak gerçektir.”
Man In The Mirror şarkısından: "Aynadaki adamla başlıyorum, ondan huylarını değiştirmesini istiyorum... ve hiçbir mesaj daha açık olamazdı. Eğer dünyayı daha iyi bir yer yapmak istiyorsan, kendine bak ve değiştir."
Heal The World şarkısından: “Dünyayı iyileştir. Onu daha iyi bir yer yap. Senin için ve benim için ve tüm insan ırkı için. Ölen insanlar var. Eğer yaşamı yeterince önemsiyorsan kendin için ve benim için daha iyi bir yer yap.”

Thrill The World İstanbul (TTW İstanbul)
2009’da Türkiye’yi ve İstanbul’u Thrill The World haritasına ilk kez eklediğimizde 214 dansçı ile Avrupa’nın en yüksek katılımcı sayısına ulaşan etkinliği olmanın haklı gururunu yaşadık.

2010’da ise öğleden sonra ve gece yarısı olmak üzere toplam 492 dansçı katıldı.

Amacımız

● Herkesin dans edebileceğini göstermek.● Pop müziğin kralı Michael Jackson'ı artistik yapıtı Thriller ile, güzel anılarımızla anmak.● Thriller dansını öğrenmek isteyenlere şans tanımak.● Dans aracılığı ile; sanatın farklı kültür ve milletleri birleştirici özelliğini vurgulamak.● Farkındalık yaratmak ve her yıl belirlediğimiz yerel hayır kuruluşlarına destek sağlamak.● Hayallerinin peşinden koşanlara ilham kaynağı olmak.● İstanbul ve Türkiye'yi uluslararası platformda en iyi şekilde temsil etmek.

Sosyal Sorumluluk

Dünya genelinde tüm etkinlikler yerel hayır kurumlarını destekler. Biz de ilk senemizde ÇYDD’nin Baba Beni Okula Gönder Kampanyası’nı destekledik. Yaklaşık 2.000 TL destek sağladık. İkinci senemizde de TEGV Eğitim Gönüllüleri’ni destekledik. Yaklaşık 5.000 TL destek sağladık. Bu yıl da ÇYDD’nin “Anadolu’da Bir Kızım Var, Öğretmen Olacak” projesi için dans edeceğiz.

Gerçekleştirdiklerimiz

● Öncelikle birbirinden değerli birçok arkadaş edindik.
● Daha önce hiç dans etmemiş arkadaşlarımıza dans edebileceklerini gösterdik ve bu vesileyle birçok arkadaşımız da etkinlik sonrasında dansa başladı.
● Desteklediğimiz hayır kuruluşlarına, iki yılda toplam 6.390 TL destek sağladık.
● İlk yılımızda Avrupa'nın en yüksek katılımcı sayısına ulaşan etkinliği olduk.
● İstanbul ve Türkiye'yi Thrill The World organizasyonunda layığıyla temsil ettik."





12 Ağustos 2012 Pazar

Korkmuyoruz Senden!

"Hayatımın en mutlu anıydı, bilmiyordum" demiş ya Kemal, 24.07.2012'de benim hayatımın en boktan günüydü, bal gibi biliyorum.

Meme Kanseri! hem de benim annem, benim canım, benim dünyam, benim her şeyim!

ben bunu duyduğumda annem ameliyattan henüz çıkmış, hatta narkozun etkisi bile geçmemişti daha..
bir sürü ağladım, kabul etmedim, edemedim, nefesim kesildi, dünyam yıkıldı sanki.
etrafımdaki herhangi bir kişide duyduğumda normal gelen bu durumu anneme hiç yakıştıramadım, konduramadım, yanlışlık vardır diye doktorun başından saatlerce ayrılmadım.

günlerdir neler yaşadığımı anlatabilmem öyle mümkünatsız ki..
hayatımın en iğrenç günlerini yaşıyorum sanırım.
Evin içinde saklambaç oynuyoruz bu aralar, anneme çaktırmadan ! gözyaşlarıma hakim olmaya çalışıyorum.

ki benim annem yer yüzünün en mükemmel annesi, dünyaya sadece anne olmak için gelmiş, öyle melek, öyle tatlı, öyle kusursuz ve öyle özel ki..

şimdi yine doktordan geldik, patoloji sonuçlarımızı aldık. günlerdir dua ediyorum, lütfen bir yanlışlık olsun, yanlış anlaşılma olsun, doktor hata yapmış olsun. biri çıksın da "şaka" desin diye.
öyle bir gerçek ki ama bu. acıtan gerçek, elinden hiçbir şey gelmeyen gerçek.

yakın zamanda kemoterapiye başlayacak annem. saçları dökülecek, yorgun düşecek, mutsuz olucak..
ardından radyoterapi.

yoğun ve zor bir yıl bekliyor bizi.
bunlar da geçecek, atlatacağız, biliyorum. inanıyorum.
sadece biraz zamana ihtiyacımız var, biraz güce ihtiyacım var.
yanımdakilerin elimi daha sıkı kavramasına ihtiyacım var, elimi hiç bırakmayacak insanlara ihtiyacım var.

kendim söz konusu olduğumda gayet dirayetli ve soğuk kanlı olan ben, söz konusu annem olduğunda öyle aciz, öyle muhtaç ve öyle çaresizim ki..
bazen kendimi yağmur altında kalmış sokak kedisi gibi hissediyorum. koruyup kollanmaya ihtiyaç duyan..

24.07'den bu yana bu yazıyı yazmaya çalışıyorum. yazamıyorum, boğazım düğümleniyor, kelimeler çok acılaşıyor, belki de hala inanamadığımdan..

az önce bir cümle okudum, "İstanbul'da her yağmur yağdığında sanki biri hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş gibi hissediyorum"  diyordu  cümlede.
sanki her harfiyle beni tarif ediyor, direkt bana yazılmış gibi.

belki de tam o haldeyken bu cümle karşıma çıktığı için bu kadar üzerime alındım.

dün gece yine uyuyamadım, internette bir süre bakındım,
aranan kelimeler hep aynı,
meme kanseri, kemoterapi, radyoterapi, metastaz, yapılması gerekenler vs vs..

ilk açtığım sayfada öyle bir fotoğrafla karşılaştım ki, nefesimi kesmeye fazlasıyla yetti zaten.
kemoterapi sırasında bir kadın, saçlar dökülmüş, kirpikler-kaşlar yok.
perşembe günü ilk doktor randevumuzu aldık, kemoterapiye başlayacağız.

çok korkuyorum, üzülüyorum, hala kabul edemiyorum, ağlama krizlerine giriyorum, gündüzler daha iyi de gecenin karanlığında her şey çok acımasız. gündüzleri çözümleyebildiğim tüm gerçekler geceleri üzerime üzerime geliyor. boğuyor, çok çaresiz bırakıyor. çok korkutuyor.

düşündüğüm kadar güçlü değilmişim ben, hiçbir şeyi halledemiyorum, her şeyden korkuyorum, hem çok inanıyorum iyi olacağına hem çok korkuyorum diğer seçeneğin de var olduğuna inanmaya.

ama toparlamalıyım, toparlanmalıyım.
annem iyi olacak, korkmuyoruz senden kanser.
sen benim annemi tanımıyorsun, nasıl güçlü olduğunu bilmiyorsun.
biz bu hastalığı öyle güzel alt ederiz ki!

daha çok planlarımız var beraber,
bu yaz İngiltere olmadı, ama seneye Paristeyiz. belki annişko da gelir, ikna turlarındayım şimdi ;)
sonra bu inatcı, huysuz, cadı kızı artık büyüdü, 24 yaşında oldu.

bulaşık-çamaşır makinasını çalıştırmayı bilmeyen aybikem bu 15 günlük süreçte her şeyi öğrendi.
yemek bile yapıyor :) hem de ne lezzetli..

hem daha ben evlenicem, oğlum olucak benim, tamam şu an öyle bir aday aday aday adayı bile olmasa da artık çok da küçük değilim sanki :)  evliliği yavaş yavaş düşünebilirim, 2-3 yıl var ama yine de!

beraber yine alışverişlere gidicez, sahil yürüyüşleri, kahve içmeye gidicez, hatta bazı konularda yine uzlaşamayacağız. çatır çatır kavga da edicez, sonra dayanamayıp kedi gibi sırnaşıcam ben yine sana.

popoma kadar uzanan saçlarımı incecik örüceksin yine, 2 saat uğraşıp.

yemek yapmayı her ne kadar öğrensem de anne dolması başka, bir de kısır. yine yaparsın bana di mi anne?

kararsız kızın yine sabah ne giyeceğine karar veremiycek, sabah defileleri yapacak sana, sıkılmadan (!) seçiceksin sende :)

daha neler neler...


yani canım,

KORKMUYORUZ SENDEN!

küçük bir not. insan böyle zamanlarda en çok birilerine ihtiyaç duyuyor, sadece güvenebileceği, varlığıyla rahatlayabileceği, konuşabileceği, anlatabileceği.. sanırım ben bu konuda biraz fazla şanslıyım, arkadaşlarım, akrabalarım hatta hiç tanımadığım insanlar sürekli yanımızdaydılar, sabahtan gece yarılarına kadar bizi hiç yalnız bırakmadılar.  ağzımdan tek kelime çıkmadan gözlerimden ne demek istediğimi anladılar.
yüzünü dahi görmediğim insanlar twitterdan sürekli msg attılar, sadece iyi olup olmadığımı merak ettikleri için, benim iyi hissetmemi sağlamaya çalıştılar.
yüz yüze 1-2 kez konuştuğum çok da samimi olmadığım arkadaşlarımla sonsuz dostluklar kurduk, hep yanımda oldular. hiç çıkarsız,  öyle gerçek, öyle iyi niyetli..
o kadar teşekkür ederim ki onlara.
ben de onlar için hiç düşünmeden canımı verebilirim.
iyi ki varsınız. iyi ki ailemsiniz, iyi ki canımsınız.

dünyanın en büyük zenginliği bu, güven ve sevgi.
ikisi birden harmanlanınca da tadından yenilmiyor.

biz sevgi ve güven sarhoşu olduk sanırım :)
teşekkürler yanımızda olan herkese.

iyi ki iyi ki iyi ki..

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Huzurevi değil, Huzur yeri !

Bugün meleklerle tanıştım, bugün meleklerle sohbet ettim, bugün bir sürü melek öptüm, bugün bir sürü melek gördüm, bugün bir sürü meleğin hayatına ortak oldum, bugün bir sürü meleğin duasını aldım, bugün kendimi uzun bir aradan sonra ilk kez bu kadar iyi hissettim!


Özenle hazırladım çiçeklerimi, dikenlerini temizledim  meleklerimin eline batmasın diye, en güzel gülleri seçtim, en kırmızıları, en az meleklerim kadar güzel kokanları..

4 kız çıktık yola “Melekler” yolculuğuna!

Boncuk boncuk gözleriyle dünyalar tatlısı tonton bir dede karşıladı bizi, meraklı gözlerle heyecan içinde sordu “kime geldiniz güzel kızlarım?”
-Hepinize amcacım, meleklerimize geldik biz,
Derken boncuk gözler daha mavi baktı bize,
“-gerçekten mi?, bize mi, bizim için mi?”
O an öyle mutlu gözlerle baktı ki amcamız bize..

İçimizi tarifsiz bir huzur kapladı, oksijen hiç bu kadar hissedilir değildi, amcanın gözleri-sözleri öyle kalbimize dokundu ki, içim acıdı o an, cız etti içimde bir şeyler.

Hem çok acı, hem çok huzur.

Bizleri gördüklerine öyle sevindi ki meleklerimiz.
Uzun bir süre yanlarında kaldım. Hepsinin anlatacak ne çok şeyi varmış meğersem.
Ne kadar konuşmaya ihtiyaçları varmış.
Dinlenilmeye, gözlerine bakarak onaylanmaya.

110 farklı hayat, hepsiyle olmasa da birçoğuyla tanıştım.

Mesela içlerinden bir tanesi Türkiye’nin ilk kadın Mimar’ıymış.
Anlattı kendini, ödüllerini, konuşmalarını..
Gurur dolu, ışıl ışıl gözlerle.
Öyle tatlı, öyle bilgili, öyle dolu dolu ki..
Türkçe bu kadar mı güzel konuşulabilir, her cümlesi bu kadar mı cümleler doğurabilir.
98 yaşında, ama hala çok güzel, çok bakımlı, tam bir hanımefendi.

Bir diğeri son sınıf Hukuk öğrencisiyken okulu bırakmak zorunda kalmış babası vefat edince, sırf kardeşine bakabilmek için.
Kardeşini okutmuş, annesini kaybetmiş,
Evlenmiş, kızını evlendirmiş.
Eşi kanser olmuş kısa süre sonra, eşini kaybetme korkusu yaşarken kızını kaybetmiş,
henüz 34 yaşındaymış kızı, ismi Gül.
Sonra da eşini.
Derken hayatında kimse kalmamış.
Sadece torunu, şimdi lisede okuyormuş.
6 yıl önce yerleşmiş buraya, eski Cihangirli.
Meğer bizim onlar için özenle hazırladığımız gülleri o yüzden istememiş.
“Gül”ünü kaybettiği için!
Yıllardır dokunamıyorum dedi bu yüzden güllere.

Tam o an boğazımda kocaman bir düğüm oluştu sanki, nefes alamadım. Ne hayatlar var, insanlar neler yaşıyor, neleri kaybediyor da hala yaşama sımsıkı sarılıyor, umudunu, yaşama sevincini kaybetmiyor.

Bir diğer amca hiç evlenmemiş, sadece kardeşim var bu hayatta diyor. 8 ay önce yerleşmiş buraya, 8 aydır da kardeşinin onu almasını bekliyor.
Anlatıyor da anlatıyor..  biz burada çok rahatız, geziyoruz diyor.
Sarıyer ve Emirgan’a kadar gidebildiğini ama başka yerlere giderse eğer yolunu kaybedeceğine adı gibi emin olarak anlatıyor. En doğal, en saf, en tatlı haliyle.

Bir diğerinin en büyük tutkusu resim yapmakmış, tüm koridorlar onun resimleriyle dolu, gururla gösterdi bize hepsini, hikayelerini anlattı.
Yuvasını gezdirdi bize, nerede yemek yediklerini, nerede sohbet ettiklerini, kermes alanlarını..

Beni en çok etkileyen bir başka olay da, ellerimizde o çiçekleri gördüklerinde bir teyze sordu bize,
bunları müdür beye mi vereceksiniz?
Hem meraklı, hem hüzünlü hem de umutlu bir ses tonuyla.
Hayır teyzecim, hayır, ne müdür beyi, bunlar sizin, sizler için.
Bizler sizlerin torunlarıyız, torunlardan sizlere bu çiçekler.
Sarıldı bize sım sıkı, gülüne baktı, bize baktı, bir daha sarıldı, sarıldı, öptü..
Sürekli teşekkür etti, düşünülmüş olmanın mutluluğuyla, kalbinin güzelliği gözlerine yansır derler ya hani, işte bu teyze de aynen öyleydi.

Söylemek istediğim, ben bugün hayatımın en mutlu gününü yaşadım.
Birilerini mutlu etmek, o mutluluğu gözlerinde görebilmek, içtenliği hissedebilmek..

Yazarken bile öyle heyecanlıyım ki.
Ağzım kulaklarımda hala.
Nasıl tatlılar, nasıl güzeller.

Her şeyden öyle mutlu oluyorlar ki.
Lütfen onları yalnız bırakmayalım, onlara bizler için ne değerli olduklarını hissettirelim.
Onlarla konuşalım, onların tecrübelerinden yararlanalım,  onlar bizlerin canı. Canımızı unutmayalım.
Onların bizlere en önemlisi de gençlere ihtiyacı var.
Bizim sevgimize, bizim de onların güzel kalplerine ve dualarına ihtiyacımız var.

Şuan bu yazıyı okuyorsan ve içince bir nebze de olsa kıpırdanma olduysa, benim milyonda birim kadar heyecanlandıysan bu satırda ve sen de gitmeye karar verdiysen ben gerçekten dünyanın en mutlu insanı olucam.

Lütfen git.

Sadece 2-3 saatini ayır. Dinle onları. Yeni hayatlarla tanış.

Ve eğer gidersen lütfen bana da haber ver olur mu? ;)

9 Temmuz 2012 Pazartesi

bekle bekle bekle

9 ay 10 gün. böyle başlıyor hikaye. beklemeyle değil de, beklenilen, özlenen "artık gel" olarak.
akabinde ilk emekleme bekleniyor büyük heyecan içinde,
derken ilk adımlar, ilk dişler, anne-baba dediğimiz ilk an, ilk kelimeler, ilk ayakkabı, ilk saç teli, ilk karalamalar, ilk okul deneyimimiz.. daha nicesiyle çoğaltılabilecek kadar ilkler. ilk heyecanların baş kahramanı olarak farkında olmadan yaşattığımız keyifli bekleyişler.

buraya kadar daha keyifli. çünkü kahraman biziz. bekleyen değil, beklenileniz. figüran değil, başrol oyuncusuyuz. insanların etrafında pervane olan değil de, dünyanın en merkezindeyiz. hatta öyle merkezindeyiz ki; her şey bizim istediğimiz gibi: herkes uydumuz.

gelelim sonrasına.
yani arkaya dönüp baktığımda daha hatırlanabilir olaylara.

beklemek.

dünyanın en sevimsiz ama dünyamın en merkezindeki kelimem. oldukça gerçek olan.

ilkokula başladığım yıl anladım hayatımın hep bir şeyleri "beklemek"le geçeceğini.
onu içeri buyur etmeden "hoş geldim" dedi bana en sıkıcı haliyle. kabul etmeme gibi bir seçeneğim olmadığını kafama dank ettirircesine yerleştirdi.

7 yaşındayken en büyük hayalim günleri değiştirmekti. okul günlerini. her çocuk gibi 5 gün tatil, 2 gün ders!
bu fikrimi öğretmenime de anlatmıştım, hatta ondan izin istemiştim gidip müdürle konuşmak için. geçerli sebeplerim vardı çünkü.

sadece gülmüştü bana. sanki çok komikmiş gibi. ilkokula dair hatırladığım en net anılarmdandır bu. ve yaşadığım en büyük hüsran da bu.

yani anlayacağınız tatil olayını halledemedim, tüm arkadaşlarım bana güvenmişken ben bu gerçeği değiştirememiştim. sonradan anlayabildim olayın bizim müdürle bir ilgisi yokmuş. ama bu açıklamayı keşke bana öğretmenim yapsaydı, gülmeseydi de anlatsaydı. anlardım ben onu. istediğim sadece açıklamaydı. hepsi bu.


sonrası hep tatilleri beklemekle geçti.
haftasonu tatilleri, sömestr tatilleri, bayram tatilleri, yaz tatilleri..

sonra yazılı-sınav sonuçları..
öss sonuçları..
vize-final sonuçları..

yani hep bekledim.
hep bekledik.
hep bekledin.
hep bekliyoruz.

reşit olmayı,
18 yaşında olmayı,
arkadaşını,
filmin gösterime gireceği tarihi,
uçak biletinin geleceği tarihi,
yazlığa gideceğin günü,
o beğendiğin ayakkabının indirime gireceği tarihi,
maaş gününü,
banka kuyruğunu,
yazın gelmesini,
maç sırasını,
25T'yi-59RS'yi
mesaj atmasını, 
aramasını,
mülakat sonucunu,
sabah olmasını,
çilek-erik mevsimini,
Ezan okunmasını,
regl gününü,
okulun biteceği günü,
hayatının aşkını (!)

çoğaltılmaya öyle müsait bir liste ki bu..
şimdi aklıma gelenleri sıraladım sadece.

demek istediğim şu, hayatımız sürekli beklemekle geçiyor.
gerekli-gereksiz-saçma-önemli-komik-heyecanlı hissettirdiği duygudan ziyade hep bekleyecek oluşumuz ve beklemek zorunda bırakıldığımız durumlar beni sinir krizlerine sokmaya yetiyor. yetmek ne kelime, artıyor hatta.
bahsettiğim şey normal seyrinde devam etmesi gereken "beklemek" değil elbette.
bazıları su içmek gibi, tuvaletini yapmak gibi, nefes gibi..
keyfi değil aksine yaşamın gereklilikleri.
mecburi ve olması gereken bekleyişler.

bu bekleyişler için bolca anlayışım ve sabrım var tabii ki.
beklemek tartışmasız hayattaki en zor eylem. ama aynı zamanda insanı güçlendiren, büyüten, öğreten, tüm olumsuzluklara inat hayatta dim dik durmanı sağlayan mucizevi gerçek. bekledikçe beklemeyi öğreniyorsun. sabrediyorsun, şükrediyorsun..
beklemenin hayatının sonuna dek süreceğini zaten biliyorsun. -ki hepimiz öleceğimiz günü bekliyoruz.

ama diğer bekleyişler için aynı sabrı ve anlayışı kimse benden beklemesin.
onları mantık süzgecimden geçiremiyorum.
geçiremeyeceğim de.

kısacası,
ben beklemekten çok sıkıldım.
ben beklemekten çok bunaldım.

ben artık kimseyi, hiçbir sebebi, nedeni, olayı, durumu, olasılığı, olağansızlığı, acabaları, "ama" ya olursaları, hiçbir ama hiçbir şeyi beklemek istemiyorum.

söylemek istediklerimi anladıysanız ne ala,
anlamadıysanız,
anlamanızı da beklemeyeceğim.
dedim ya, ben artık aklınıza gelen her şeyin, hiçbir şeyini beklemeyeceğim.

yürümek isteyen yanımdan yürür.
ben kimseyi beklemiyorum.

15 Haziran 2012 Cuma

sevgili erkekler, lütfen okuyun. bizi anlayın.

erkeklerin bizi neden anlamadığını, neden ince düşünemediklerini ve bu kadar odun olabilmeyi nasıl becerebildiklerini inanın ki anlamıyorum. pardon anlayamıyorum.

bahsettiğim biz "benim gibi, aybikem kafasında" olanlar.

çok şey istemiyoruz sizden. hatta hiçbir şey istemiyoruz. sadece biraz ilgi azcık yaratıcılık.

sabah uyandığında bir günaydın mesajı.
anlıyoruz çalışıyorsun, ama gün içinde n'olur tatlı birkaç mesaj atsan!

ben bazen akşam çok erken uyuyabilirim, sen de her zaman sabahlarsın. yani n'olur aklına gelsem de güzel bir mesaj atsan. "iyi ki hayatımdasın" (daha yaratıcı olabilirsin tabii) yazsan. ben de sabah mesajını gördüğümde şapşal şapşal gülümsesem. günüm olağanüstü geçse. sana olan sevgim milyon kez artsa!

gün içinde sadece sesimi duymak için, beni ne kadar çok sevdiğini söylemek için arasan.

yazmayı beceren adamlara bayılıyorum. bana küçük mektuplar yazsan, hiçbir özel olmayan günde versen bana.

özel günlerim oluyor ya hani. o zaman daha da çok sevsen beni. o lanet ağrıyı geçirecek tek şey sensin belki de. böyle sıkı sıkı sarılsan. hiç şüphem olmasa güven yumağı kollarda olduğuma. sıcak su torbası yerine sana sarılıp uyusam ben. majezik yerine bi' öpücükle geçse bütün karın ağrılarım.

"yarın şuraya gidelim mi?" değil de, hadi kalk gidiyoruz desen, ben azcık oflasam bile tamamen nazlanma bu, sakın inanma. ısrar et diye bekliyorum sadece.

tabii ki kavga edicez, etmezsek sorun var. sana kızgınlıkla "git" diyorum ya hani, sakın gitme o zamanlar. hatta daha çok kal o an. ne kadar kızarsam kızayım, sana ne kadar sinirlenirsem sinirleneyim, bi' öpücüğe tav olabilirim o an. sıkıca sarılıp, 2 tatlı söz etsen geçicek tüm kızgınlığım. hayır ben suçluysam aynısını zaten yaparım.

beyaz laleye ya da papatyalara bayılırım. öylesine bir günde işyerime yollasan olmaz mı? minicik de bir notla beraber? çok da güzel olur bence.

mailler hep işle alakalıdır, hiç sevmem o yüzden. ama sen bana mail yollarsan sevinçten çılgına dönebilirim.

kısacası tatlım, ben sürprizlere bayılırım.

her neyse olmayan adam. eğer bir gün  hayatıma girmeye karar verirsen (-ki artık girmeyeceğine çok eminim) bunları oku. dersine çalışıp gel lütfen.

öpüyorum seni.
ilerideki sevgilin aybikem.

8 Mayıs 2012 Salı

aybikem ve istekleri!

ileride ne istiyorum diye bir düşündüm de.

evlenmeyi isteyip istemediğime bir türlü karar veremiyorum bir kere. evlilik zor. mutlu etmek değil de, güvenebilmek. birini mutlu etmek dünyanın en kolay işi, hala nasıl beni mutlu edemiyor insanlar anlamış değilim. ama benim en iyi yapabildiğim eylemlerden biri. çok net. şanslıysan, yaşamışsındır bu duyguyu. bilirsin. ya da hala şansın vardır yaşamak için. bu da sana kalmış birazcık.
işte zor olan güven. güvenebilmek. koşulsuz.tereddüt etmeden. aklında "soru işaretleri" kalbinde "ama"lar olmadan. güven yumağı kollarda olduğunu bilerek.

her neyse bunu neden yazdım hiç bilmiyorum. bunları düşünmek için daha çoook erken. 24 yaşındayım daha. ne evliliği. annemin küçük kızıyım (yersen) ben daha. 5 yıl sonra konuşuruz bu konuları ;)

sonra bir diğer konu da benim bu işi uzuuun yıllar yapamayacağım. ama gerçek olan da sürekli çalışacak olacağım. inan evde oturmak hiç bana göre değil. oturup tüketen değil de, üretip tüketen fikrini destekleyenlerdenim ben. ama anaokulu hiç kolay iş değil. tamam hiçbir iş kolay değil ama bu hiç değil. her gün 23 hiç susmayan çocuk. bir düşünün bakalım. hadi kapat gözünü, hayal et bi. ee nasılmış? zor zor!

bu gün okulda birden aklıma geldi. kostüm tasarlayacağım ve bununla ilgili bir butik açacağım ben. Necmiye'de bana yardım edecek. ee okulunu okudu yani. iş bilen de var hani. maddi-manevi rahat iş. yapacağım.

sonra bir diğer hayalim de, ya bir butik otel işletmek (Ege'de, yaş biraz daha büyüyünce en azından oğlum olup biraz büyüyünce) ya da minicik tatlı bir cafe, içinde birbirinden lezzetli muffinlerin, aromalı kahvelerin olduğu mimicik, sıcacık bir cafe. 

çok ütopik şeyler değil, yani insanların onca saçma ve olabilitesi olmayan isteklerinin yanı sıra, 3 yaşındaki çocuğun annesinden istediği şeker kadar saf ve yapılabilitesi olabilecek istekler bunlar.

devam ediyorum.

ileride bahçeli ya da mutlaka denizi görebileceğim bir evim olsun istiyorum. öyle kocaman, görkemli yapıtlar değil, minik-sevimli bir ev istediğim.

pembe bir vespam olsun bir de, şu eski türk filmlerindeki spor arabalardan biri de benim olsa hiç fena olmaz ya :) onu kiralayabilirim de, sorun değil o yüzden.

sonra tenis hep olsun hayatımda. şuan hayatımda olmayan, belki şuan yanında sevgilisiyle çeşitli haltlar yiyen ama ileride benim olacak olan henüz tanışamadığım sevgili kocacım da lütfen tenis sevsin o yüzden. ben onu hep yeneyim falan.

ara sıra at binmeye de gidelim. ben çok seviyorum ya. atları sevmeyen insanları da hiç anlayamıyorum. at sevilmez mi yahu. Poyraz'ı özledim zaten. 25'inde sevmeye gideceğim onu, en sevdiği elmaları da getireceğim yine. o da beni özledi.

fırsat buldukça yeni yerler görelim. Amerika'yı görmeyi çok istiyorum ama 13 saat havada kalma fikrine hiç alışamıyorum. ama yanımda o olursa gidebilirim. ben ona çok güvenicem ya. 

Benim için Steve Jobs'un mezarının yerini öğrensin bir de. o hep hayatımda olucak çünkü. ve ben oraya gideceğim. beraber gideceğiz. ben yok, biz varız. pardon :)

Konserlere gidelim, beraber tepinelim, bağıralım, çağıralım. biz çok eğlenelim. biz çok gülelim. 

en güzel oyunlara biletler alalım, vizyona giren hiçbir filmi kaçırmayalım. 

bana beyaz laleler alsın bir de papatyalar. 

ben yemek yapmayı bilmem, ama onun en sevdiği yemekleri yapmayı öğrenebilirim. onun için denerim :)

rakı sofrasında da beraber olalım, içemem ama içer gibi yapabilirim. 

gömlek ütülemekten nefret ederim, ama senin gömleğini ütülerim. bunun ne demek olduğunu biliyor musun sen? :)


aslında beni mutlu etmek çok kolay.
aslında herkesi mutlu etmek çok kolay.
aslında herkesin bir kullanma kılavuzu var.
yeter ki onu doğru okuyalım.

1 Mayıs 2012 Salı

Aptal!

Canın cehenneme. tam da şuan.

aptalın da tekisin.

umrumda da değilsin.

bi de çok gerizekalısın.

haberin de yok her şeyden.

18 Mart 2012 Pazar

gülücük! :)

o kadar uzun zaman olmuş ki yazmayalı! inanamıyorum kendime. nasıl bu kadar ihmal edebilmişim burayı. aslında yine yazamayacağım. sadece içimde tutmak istemediğim bir şeyi burada paylaşmak istedim. sorma nedir diye, bazı şeyler yazılamaz ya hani, iste bu da öyle bir şey.

güzel şeyler olacak (mış) gibi.

biraz zamana ihtiyacı var, ama olacak.

gülümseten türden, hadi bakalım, beklemedeyim.

yok hayır, kimseden bir davranış, hareket beklediğimden değil, ben beklemek istiyorum.

eylül gelsin :)

gülücük :)

aa, unutmadan, bugün Selda'nın doğum günü. iyi ki doğmuş benim kuzum :) öperim ki!

3 Mart 2012 Cumartesi

Marteniçka

kırmızı beyazlı minik bileklikler :)

Şimdi size azıcık bahsedeyim, marteniçka bir Bulgar geleneği.  inanışa göre bu kırmızı beyazlı bilekliği takan insanlara şans ve sağlık getirir(miş). bir diğer inanışa göre de Bulgaristan'da insanlar marteniçkayı birbirine takar ve o sırada dilek tutulurmuş. Görünen ilk leylek sonrası marteniçka bilekten çıkartılır ve bir ağacın dalına bağlanır, böylelikle de dilek kabul olur(muş).


kırmızı, hayatı ve kanı temsil eder.
beyaz, mutluluk ve bahar'ı.

ben de martın 1inde hemen taktım marteniçkamı koluma. gördüğüm ilk leylekten sonra çıkarıp en güzel ağaca bağlayacağım marteniçkamı.

ve dileğim kabul olacak, inanıyorum :)

haydi siz de kendi marteniçkalarınızı hazırlayın ve takın kolunuza :)