25 Ocak 2010 Pazartesi

Özlemek?

Doğamızda var aslında, yaratılışımız böyle muhakkak özleriz birilerini, bir şeyleri, bir yerleri, buluruz yani özlenecek bir şeyler illaki. elimizden kayıp gidenleri, tutamadıklarımızı, tutunamadıklarımızı özler galiba insan en çok.. Yerine koyamadıklarımızı, koyamayacağını bildiklerini özler. Bir adamı ya da kadını özler. Hele ki benim gibi duygusal ve sulu gözlü biriyse ×2 özler, eskiyi özler, 3 ay öncesini, geçen yılı özler, tatile gidince İstanbul'u-evini özler, İstanbul'da kaldığında yazlığı özler, ona sarılmayı, onu öpmeyi yine omzuna yatıp ağlamayı özler, arkadaşlarını özler, x’i -y’yi özler. özler de özler yaniiii.  aklına geldikçe bu özlemler gözyaşları süzülür hemen yanaklarından aşağıya, ve öyle ki daha önce gözyaşlarını silen aklına gelir, onun da yanında olmadığını anlar ve onu da özler.


Nedir ki özlemek? bizi bu kadar üzen, kısacık hayatımızda kocaman yer edinen, canımızı acıtan, kendini zorla bize sahiplendiren, illa ki herkesin hayatına giren, hayatımızı mahveden, kelimenin tam anlamıyla hayatımızın ağzına sıçan bu kelimenin tanımı nedir ki? 


sahiplendiğimizin aksine sahipsiz bir duygudur aslında.. biraz başıboş kaldığında, hem yolunu hem yönünü şaşıran. şaşırdığımız, hiç de değil derken  tam tersini yaparken yakalandığımızdır özlemek.. vazgeçmemektir, vazgeçememektir belki de!
Havaalanları da hep özlem kokar mesela. Bavullar gidip gelirken özlem taşıdıklarındandır onca ağırlıkları. Ağır bir yüktür özlem, kolay taşınamayan.. Sessiz ve tek kaldığımız gecelerde, anıların-hatıraların tozlu tavan aralarından, gün ortasında kalabalık bir ortamda burnumuzun direğini sızlatan kokudan, taşınırken elimize geçen eski bir fotoğraftan yola çıkıp bir hikaye yazabilmektir bir de özlemek..
yalnızlığı çoğaltmaktır bir anlamda. tuhaf biçimde içimizi acıtan tarifsiz bir his'tir özlemek. değişiktir, ama mutlaka herkese tadına baktırmıştır.  acısı aynı olmaz tabii ama herkes bilir mutlaka ne demek olduğunu, herkesin dili yanmıştır birkere..
Bir de bazıları var ki, ne kadar özlersen özle ne kadar yanında olmak istersen iste, asla göremeyeceğin asla bir daha boynuna sarılamayacağın, öpemeyeceğin, eskiden senin olan ama birdaha asla senin olamayacak olanlar. işte en katlanılmazı en dayanılmazı bu aslında, eskiden senin olan ama şuan başkasına ait olan ya da artık hiç olmayacak olan. buna katlanamıyorum, çıldırıyorum resmen, tahammül edemiyorum, nefret ediyorum bu durumdan kabul edemiyorum.
Veya sevdiğim birini bir daha asla göremiyceğimi bilmek ya da bunu düşünmek kesinlikle kabul edebileceğim bir şey değil yani. Ve en kötüsü yapabileceğimz bir şey de yoktur, hayat almıştır onu bizden, elimizden bir şey de gelmez ki.. hayatın düzeniymiş bu, maalesef böyleymiş bu, doğum nasıl olağansa ölüm de öyleymiş yani öyle karşılamamız beklenir bizden.  hayatın hoşumuza gitmeyen gerçekleri, hatta en gerçeği, en kötü, katlanılması en zor, tahammül etmenin mümkün olmadığı gerçeği. beni çıldırtan, aklıma geldikçe bir şeyleri parçalamak istediğim, düşündükçe ağladığım, kabus gibi rüyalarıma giren, korkunun kralını yaşatan berbat gerçeği..
 kimsenin hiç sevmediği ama asla hayatımızdan çıkmayacak olan gerçeği, bizi üzen ağlatan, yalnız bırakan sevdiklerimizi yanımızdan alan en gerçek gerçeği!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder